Page 118 - BODRUMDERGI | AĞUSTOS 2022
P. 118

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
anlatacağım olay 2009 yılının nisan ayında geçti. tam tarih isterseniz, 20 nisan 2009. olay mahalli; van gölü ekspresi.
bu olayı düne kadar tamamen unutmuştum. bana yeniden hatırlatan ve onu yazmaya değer bir hikâye hâline getiren, internette dolanırken bir yabancı dergide gördüğüm fotoğraf ve altındaki haber oldu.
hikâyenin başına, yani 2009 yılına dönersek, istanbul-haydarpaşa’dan bindiğim trende yolculuğum yataklı vagonda başlamış, vagon elektrik sistemlerindeki arıza nedeniyle eskişehir’de trenden ayrılınca kuşetli vagonda devam etmişti. ve ister istemez vatandaştan tecrit edilmiş yataklı vagondaki hayatımdan, trenin doğal ahalisi arasına karışmıştım.
beni altı kişilik kompartımanlardan boş bir tanesi bulunamadığından
tek bir yaşlı amcanın seyahat
ettiği kompartımana yerleştirdiler. başında kilim desenli el örgüsü beresi, üzerinde eprimiş yine el örgüsü hırkası ile oturan kırlaşmış seyrek sakallı amca, güler yüzle selamladı beni. sırt çantamı üstteki rafa yerleştirip karşısına, pencere kenarına oturdum. hiç tanımadığım insanlar için iyi bir yol arkadaşı olamamışımdır. yolculuklarda hiç konuşkan değilimdir. çok konuşanı da sevmem. allah’tan amca pek konuşkan görünmüyordu. aradan geçen yarım saatte sırf sohbete başlamış olmak için “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun” diye bile sormadı. pencere önündeki açılır kapanır metal rafın üzerinde duran deri kılıfın içinden çıkardığı sigara kağıdına buruşuk elleriyle mahir
bir şeklide tütünü yerleştirip sardı, dilinin ucuyla ıslatıp yapıştırdığı mükemmel sigarasını iki parmağı
arasına kıstırıp kompartımandan çıkmadan önce “tüttürür müsün bir tane de sen” diye sordu.
“yok” dedim, kullanmadığımı söyleyip teşekkür ettim. cevap vermeden sürgülü kapıyı açıp
çıktı ve arkasından tekrar sürdü, kapattı. koridorda açık pencere önünde sohbet eden iki jandarma erinin yanında sigarasını yaktı ve dışarı doğru üfürdü ilk dumanını. onu izlemeyi bırakıp sırtımı koridora verdim ve pencereden dışarı bakacak şekilde soğuk deri kanepeye boylu boyunca uzandım. pencereden ardı ardına geçen telefon direkleri ve bembeyaz bulutlar uykumu getirmeye, göz kapaklarımı zorlamaya başlamıştı.
ve sonunda trenin beşik gibi sarsıntısı ve tekerlerin ninni gibi gelen takırtıları arasında uyumuşum.
uyandığımda amca cam kenarındaki yerinde oturuyordu ve adeta benimle etmekte olduğu derin
bir sohbetin içindeydi. sanki ben uyurken sohbet ediyorduk. daha doğrusu o bana bir şey anlatıyordu ve ben dinliyordum. uykumda! benim uyandığımı görünce devam etti sohbetine. “efendim” dedim uyku sersemliği içinde. “duyamadım” diye yeniledim. “sırlarımız” dedi amca. “hayatımızın önemli olaylarını kendimize ait bir sır olarak saklıyor, buna karşılık önemsiz, saçma
sapan, gülünç olaylarını ballandıra ballandıra, uzata uzata herkesle paylaşıyoruz.” diye devam etti.
neden bahsettiğini, bunu nereden çıkardığını, bu konuya nasıl geldiğimizi anlayamamanın verdiği şaşkınlık içinde evet dercesine başımı salladım, dediklerini tasdik ettim. o, devam etti. “yaşamımız boyunca içimizde biriken bu sırlar zamanla sırtımızda koskoca bir yük
oluyor, bu yükün altında eziliyor, hayatımızı karartıyoruz. oysa başka insanlara, hatta hiç tanımadığımız, bir daha görmeyeceğimizi düşündüğümüz insanlara bu sırlarımızı anlatmalı, sırlarımızla onları geçici bir süre de olsa üzmekten çekinmemeli, insanlardan, insanlıktan nefret edecek olmalarına aldırış etmemeli, gerekiyorsa onları derinden yaralamalı sonra da huzur içinde kaldığımız yerden hayatımıza devam etmeliydik. hiçbir şey olmamış gibi. sırlarımızı bu insanlara açmaktan sakınmamalı, utanç duygusundan yoksun olmalıydık” dedi ve pencereden dışarı baktı.
düzgünce kurduğu cümleler, meramını anlatmadaki ustalığı
ve kullandığı kelimeler karşısında şaşkına dönmüştüm. o anda konuşmakta olduğum amca uyumadan önce gördüğüm amca mıydı, yoksa ben rüyada mıydım ayırdına varamıyordum.
uykunun da verdiği sersemlik içinde bir cevap verip sohbeti anlamlandırmaya çalıştım ve “sırlarımızla hiç tanımadığımız insanların canını sıkmak iyi bir davranış şekli mi” diye sordum. amca soruma cevap veriyormuş gibi değil, monoloğuna devam ediyormuş gibi, “içindeki huzursuzluğu, huzuru yerinde görünen birine bulaştırabilme gücü, her huzursuz insanın elinde tuttuğu bir silahtır” dedi ve devam etti. “içinde ne varsa huzurlu insanın üzerine boşaltır, bir hayatı daha
piç etmenin geçici rahatlığı ile baş başa kalırsın. kim bilir belki huzuru yerinde olan insanlar da bir şeylerin yanlış gittiğini, yaşamlarında yanlış bir şeylerin var olduğunu, kendisinin de diğerleri gibi huzursuz olması gerektiğini düşünüyor olabilir”
diye sürdürdü konuşmasını. ben
tutuklu ağaç
“yaşamımız boyunca içimizde biriken sırlar zamanla sırtımızda koskoca bir yük oluyor, bu yükün altında eziliyor, hayatımızı karartıyoruz. oysa başka insanlara, hatta hiç tanımadığımız, bir daha görmeyeceğimizi düşündüğümüz insanlara bu sırlarımızı anlatmalı, sırlarımızla onları geçici bir süre de olsa üzmekten çekinmemeli, insanlardan, insanlıktan nefret edecek olmalarına aldırış etmemeli, gerekiyorsa onları derinden yaralamalı sonra da huzur içinde kaldığımız yerden hayatımıza devam etmeliydik.
  ALİ TANRISEVER
  116









































































   116   117   118   119   120