Page 166 - Risale-i Nur - Kastamonu Lahikası
P. 166

168                                                                          YİRMİYEDİNCİ MEKTUBDAN

                 İşte  Kalbimiz  rahat,  düşmanları  aldırmaz,  belki  düşman
          tanımaz.  Evvelki  yolumuzda,  vakta  Vicdana  girdik;  işittik  ondan
          binlerle feryad u fizar ve âvâz.
                 Ondan  belaya  düştük.  Zira  âmâl,  arzular,  istidad  ve  hissiyat;
          daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik onda
          fizar u niyaz.
                        ِ
                 Fakat  ِدمحْلا,  şimdi  gelişimizde  bulduk  Nokta-i  İstimdad,  ki
                      ِ للّ
                       ٰ
                          س ْ َ
          daim Hayat verir o istidad, âmâle; tâ Ebed-ül Âbâda onları eder pervaz.
                 Onlara  yol  gösterir,  o  noktadan  istidad.  Hem  istimdad  ediyor,
          hem  Âb-ı  Hayatı  içer,  hem  kemaline  koşuyor  o  Nokta-i  İstimdad,  o
          şevk-engiz remz ü nâz.

                 İkinci  Kutb-u  İman  ki:  Tasdik-i  Haşirdir.  Saadet-i  Ebedî;  o
          sadefin cevheri İman, bürhanı Kur'an. Vicdan, insanî bir râz.
                 Şimdi  başını  kaldır,  şu  kâinata  bir  bak,  onun  ile  bir  konuş.
          Evvelki yolumuzda pek müdhiş görünürdü. Şimdi de mütebessim her
          tarafa gülüyor, nazeninane niyaz ü âvâz.

                 Görmez misin  gözümüz arı-misal  olmuştur, her tarafa uçuyor.
          Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler, her çiçek de veriyor ona bir âb-ı
          leziz.
                 Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır getirir, şehd-i
          şehadet yapar. Balda bir bal akıtır, o esrarengiz şehbaz.
                 Harekât-ı  ecrama,  ya  nücum,  ya  şümusa  nazarımız  kondukça,
          ellerine  verirler  Hâlık'ın  Hikmetini.  Hem  mâye-i  ibreti,  hem  Cilve-i
          Rahmeti alır ediyor pervaz.
                 Güya  şu  Güneş  bizlerle  konuşuyor:  Der:  "Ey  Kardeşlerimiz!
          Tevahhuşla  sıkılmayınız,  ehlen  sehlen  merhaba,  hoş  teşrif  ettiniz.
          Menzil sizin; ben bir mumdar-ı şehnaz.

                 Ben de sizin gibiyim; fakat sâfi isyansız, muti' bir Hizmetkârım.
          O  Zât-ı  Ehad-i  Samed  ki  Mahz-ı  Rahmetiyle  Hizmetinize  beni
          müsahhar-ı pürnur etmiş. Benden hararet, ziya; sizden Namaz u Niyaz."
          Yahu, bakın Kamer'e!  Yıldızlarla denizler herbiri  de kendine mahsus
          birer  lisanla:  "Ehlen  sehlen  merhaba!"  derler.  "Hoş  geldiniz,  bizi
          tanımaz mısınız?"
   161   162   163   164   165   166   167   168   169   170   171