Page 47 - MAKSİMUM BİZ | KASIM 2013
P. 47
Kitaptan:
(...)
Yanıma geliyor. Ceketime bakıyor uzun uzun. Ceketin önünden tu- tup içine bakmak için uzun uzun üşütüyor beni. Şimdi de bana yükleniyor, nazikçe:
“Bu ne üstat, bu kadar lüks giyin- mek zorunda mısın?”
“Lüks değil be Aziz.”
“Öyle öyle! Aramıza adaletsizlik sokma üstat. Biz senle eşit değil miyiz? “
“Eşitiz.”
“Hah, o zaman aramazdaki tek fark, ses tonumuz olsun.”
“Amma da yaptın Aziz öyle eşit bir dünya olsun tabi, hem ben de böyle düşünüyorum.”
“Öyle olsa, şimdi çıkarır atarsın ceketi. Eşitlersin bizi.”
Çıkarıp atıyorum güzelim ceketi denize. Gözleri doluyor Aziz’in. Benim de gözlerim doluyor niyeyse. Acaba ceketi hiç edişime mi? Bilmiyorum. Şimdi bir iki laf edebilirim diye düşünüyorum.
“Ama adaletsizlik var Aziz. Gelir dağılımı adaletli değil. Hem ka- pitalizm var. Para var. Ekonomik güç, herkesi aynı amaçlar için birleştiriyor. Aynı giydiriyor. Aynı şeyleri yediriyor. Aynı zevklerden ve lükslerden tat almaya zorluyor.
İçini çekiyor. Üçüncü birasını içerken, üstümüze havlaya hav- laya gelen bir köpeğe seğirtiyor. Ağzından tutarak sallıyor sağa sola. Köpek az önce aslan kral gibi gelirken şimdi kediden kaçan fare gibi delik arıyor viyaklayarak. (...)
(Ben Aziz! öyküsünden)
Oto Dışı Hasar Müdürlüğü / Uzman Yusuf Gürer
İşte Sahipsiz İskele de böyle çıktı or- taya. Okurunu arayan adamın bir diğer seslenişi olarak. Yazımına İstanbul’da başlayıp, Ankara’nın asil kuğu çığlıkla- rını barındıran Kuğulu Park atmosfe- rinde devam ettiğim öyküleri Kadıköy sokaklarında tamamladım. Beş öyküden oluşan Sahipsiz İskele, Eylül ayı başında piyasaya çıktı.
Öyküler birbirinden farklı onlarca hayat içinde tek bir sorun merkezine odaklandı: Özgürlük!
Yazarken aklımda böyle bir özgürlük projesi yoktu doğrusu. Fakat yazdıkça duymaya başladığım, her satırda büyü- yüp içime yerleşen ve kitap bittiğinde emin olduğum his, özgürlüğü arayan bir toplumun aynasından gördüklerimdi. Bu his, belki de özlem demeliyim, yüz- yıllarca biriken bir enerjinin dışa vu- rumu olarak değerlendirilebilir. Özgür düşünce, özgür yaşam, özgür insan, öz- gür toplum, özgür bir dünya... Sahipsiz İskele, bu nedenle insana ayna tutan bir kitap oldu...
Kitabın arka kapağında yer alan tanı- tım yazısında ise şu satırlar yer alıyor:
Varlıkla yokluk arasında açılıp duran sonsuz kapılardan geçen bin yaşında adamlar; kırılmış, incitilmiş fena halde “kan kaybeden” kadınlar; çocuklukla- rında çoktan büyümüş, geleceklerini ya- şayarak geçmişe giden bilge çocuklar...
Özgürlük doğduğumuzda mı, yaşa- mımızı yitirdikten sonra mı kazanılır? Yaşarken özgür olmadığımızı anlamak
Yazar, okuruna, yazdıklarına ve kendine küsemez. Küserse yazar olmaz. Ümitsizliğe kapılmak yazar adamın işi olamaz.
hiç de zor değil. Sahipsiz İskele, yaşa- yan insanların özgürlüklerinin ne kadar kolay ellerinden alınabildiğini anlatan öykülerle bizi bize anlatıyor...
Asıl soruyu sormak sinsi bir diş ağrı- sını istemeden tetiklemek kadar sıkıntı veriyor insana: Özgürlük doğduğumuz- da mı, yaşamımızı yitirdikten sonra mı kazanılır?
Cevap tabii ki içimizde, kalbimizde, hadi bir tık daha ilerleyelim, vicdanı- mızda saklı.
İşte o vicdanın sesi, hepimizi, kendi- miz kadar özgür olmaya itiyor. Sahipsiz İskele’de “Ölüm Uykusu” isimli öykü- nün bilge adamı, sokakların lordu, yal- nızlıkların efendisi Rasim Ali, beklediği anın ne olduğunu bilmeden yaşarken, insanlarına, kendi tabiriyle insan kar- deşlerine her nefes alışında “vicdan”ı öğütlüyor. Çevresinde dünyadan ha- bersiz bırakılan onlarca insan kardeşini gördükçe bu yaşanmayan yaşamı güzel- leştirmek istiyor. Bunun için güzel el- biseleri, saygı duyulan bir işi, herkesin gıpta ettiği bir eşi yok! Sadece insan! Pespaye görünümüne aldananların vic- danını iki üç cümlesiyle anesteziye alı- yor adeta! Çünkü derin bir kuyuda saklı simli bir cennet bahçesine benzeyen geniş vicdanına, insanlığına güveniyor...
Hep beklediği şeyin ne olduğunu an- layıp da ölüm saati geldiğinde kendisini karşılayana şöyle söylüyor: “Biliyorum melek kardeşim, biliyorum. Beni özgür kılacaksın artık. Yokluğumu var ede- ceksin....” (Ölüm Uykusu öyküsünden)
Rasim Ali’nin söylediği gibi yoklu- ğumuzun var olması, varlığımızın yok olması ile aynı değilse bile basit bir ma- tematiksel işlemde hayati bir “denkliğe” işaret ediyor. Tabii onun hikâyesine eşlik eden diğer dört öyküde de farklı karakterler en az Rasim Ali kadar bu- nun farkında! Özgürlük, bahsedilen bu denkliğin ince bir yerinde yaşıyor Sa- hipsiz İskele’de.
Sahipsiz İskele’de, açılıp kapanan sonsuz kapılar içinden geçen ince zekâlı, kötü talihli, adalet-vicdan-eşitlik arayışında hep dayak yemiş insanların, bir nevi, kaybedenlerin kısık sesli çağrı- sı işitiliyor...
maksimumbiz | 45