Page 103 - BODRUMDERGI | MAYIS 2022
P. 103
geçmemiş. yanımda durarak dikkatle beni izleyen müdür ben sormadan sakince cevaplıyor. “öğrencimizin yaşamını sürdüreceği kilisenin birebir kopyasını yarattık burada.”
dış haberler servisinin editörü beni sırıtarak karşılıyor. “sanki bu işi
sana mı kilitlediler” dercesine bir
sırıtış bu. hemen konuya giriyor.
spor muhabiri ile muhabbet etme meraklısı değil elbette. “müdürüm anlatmıştır işi. sana detayları vereyim.” bahsedilen köy; viyana seferleri döneminde yeniçerilerin uzun süre kaldığı, kimisinin de yerleşip çoluk çocuğa karıştığı bir köy. o nedenle köye, ‘‘küçük türkiye’’ deniyor. köyün maskotu olan bir de kuş var. kuş dediysek öyle sıradan bir kuş olduğunu sanma, oldukça yetenekli bir papağan. kuşa pek çok türkçe kelime öğretilmiş; ‘allah allah, canım, canım benim,
gülüm’ gibi. hoşlanmadığı kişileri ise tek bir kelimeyle karşılarmış, ‘manyak’. papağan bir gün ortadan kaybolmuş. tüm aramalara rağmen bulunamamış. ününü bu papağana borçlu alan
köy halkı onun kaybolması üzerine paniğe kapılmış. bizim gazetenin almanya baskısı bunu haber yapınca, diğer alman gazeteleri de olayın üzerine gitmeye başlamış. gazete kayıp papağanın bulunması için
bir kampanya başlatmış. türkler ve almanlar olaya büyük ilgi duymaya başlamışlar hatta, nürnberg başkonsolosu ve türk dernekleri
köyü ziyaret etmişler.” editör
ara verip sigarasından bir nefes, çayından bir yudum alıyor, benim şaşkın bakışlarım altında sırıtarak anlatmaya devam ediyor. “neticede papağan bulunamıyor. bunun
üzerine seylan’dan ikinci bir papağan getiriliyor. sıra köyün yeni maskotuna türkçe öğretilmesine geliyor. bizim gazete yeni bir kampanya yaparak papağana türkçe öğretecek bir
aile aramaya başlıyor. bu haber gazetelerde yayınlanır yayınlanmaz, hem gazetenin hem de köyün yetkilisi herr fliegauf’un telefonları kilitleniyor. sonunda stuttgart’ta yaşayan bir türk ailesi uygun bulunuyor. ancak bu sefer köy halkı papağanın almanca da öğrenmesini istiyor.
olay, iki dil konuşması istenen bir papağan meselesine dönünce araya heidelberg üniversitesi giriyor ve
‘bu iş aileyle falan çözülemez, bu bir uzmanlık alanıdır ve bilimin işidir’ diyerek papağanın hem almanca hem
türkçe eğitiminin bir yıl boyunca Üniversitelerinin dil bilimi ve ses enstitüsü bölümünce verilmesini talep ediyor. bu kabul görünce üniversite senatosu toplanarak papağan dili yüksek lisans bölümünü açıyor. ardından ali’nin bölüme kaydı yapılıyor. anlayacağın, papağan ali, master’ını tamamlamış, bu hafta mezun oluyor.”
editör, kendi kendine yanıp filtresine dayanmış sigarasını küllüğe bastırarak bana bakıyor. bense, dinlediğim her şey çok mantıklı, anlatılan hikâyede hiçbir absürtlük yokmuş da tuhaf olan tek şey oymuş gibi soruyorum. “papağanın adı ali miymiş?” “evet, kaybolanın ali’ydi, bunun adını da ali koymuşlar. adaşın!”
gözüm mahzenin yüksek kubbesinden sarkan türk bayrağı ile kafese kayıyor. o ana kadar fark etmediğim, kafesin tellerine pençeleri ve gagası ile tutunmuş bana bakan papağanla göz göze geliyorum.
sesini çıkarmadan arkamda duran genç enstitü müdürüne dönüp, “ali bu mu” diye soruyorum cevabını bildiğim hâlde. “evet” diyor müdür “kendisi ile konuşabilirsiniz” deyince, kafese iyice yaklaşıp rengârenk tüyleri ile put gibi kımıldamadan duran papağana “n’aber ali” diyorum. ali doğrudan cevaplıyor “manyak!” ben şaşırıp müdüre bakıyorum. o ise ellerini arkasında kavuşturmuş, dimdik duruyor ve gülümsüyor. “yirmiye yakın türk öğrenci, papağanla konuşabilirsiniz dendiğinde hemen hepsinin ilk sözü “n’aber” oldu. biz de bu soruya
karşılık olarak öğrencimize manyak demeyi öğrettik” diyor. hayatımda bu kadar bozulduğumu hatırlamıyorum. bir türk olarak kanıma dokunuyor
bu durum. müdür bu kadar yeter dercesine “hadi artık yukarı çıkalım, bild’in muhabiri de gelmiştir. diploma töreni sonrasında onu size emanet edeceğiz” diyor. birlikte merdivenleri tırmanıyoruz, müdür önde, ben arkada. kapının kilidini üç kez çevirip açıyor ve anahtarı kapının dışında bizi bekleyen bayan sava’ya uzatıyor. sofada oturmuş bekleyen bild muhabiri bizi görünce ayağa kalkıyor.
müdür, 20’li yaşlarında, gözlüklü, bir çömez olduğu ilk bakışta anlaşılan muhabirin elini sıkarken “hoş geldiniz bayan gulay” diyor. bild de bir çömez türk göndermiş bu konunun manâ ve ehemmiyetine binâen!
sofadaki yuvarlak
masanın etrafına oturup masanın üzerinde
hazır duran 20 sayfaya yakın ‘öğrenci teslim belgesi’ni bayan gülay
ile birlikte tek tek imzalıyoruz. Bu sırada bayan sava, elinde
taşıdığı büyükçe bir
kafesle birlikte öğrenci papağan ali’yi de sofaya getiriyor. hepimiz ayağa kalkarak, müdürün bize sunduğu kırmızı bir kurdele ile bağlı rulo hâlindeki ‘heidelberg üniversitesi
dil bilimi ve ses enstitüsü papağan dili yüksek lisans bölümü diploması’nı teslim alıyoruz...
kapıdan güneşli bir heidelberg sabahına çıkıp, mermer basamaklardan aşağı inerek demir parmaklı bahçe kapısının önünde bizi bekleyen ve üzerinde ‘universität
zu heidelberg’ yazan siyah volkswagen minibüse
biniyoruz. ben, gülay ve ali... araba bizi ali’nin yeni ikâmetgâhı ipthausen köyü kilisesine ulaştırmak üzere hareket ediyor... bu sırada yeni mezun ali, gülay’ın merhabasını karşılıyor, manyak!
“her düşsel öykünün gerçek olduğunu belirtmek moda oldu günümüzde, ama benimki gerçek” diyor borges, kum kitabı öyküsünde. benimki de öyle...
kadıköy-2017
101