Page 59 - MAKSİMUM BİZ | EYLÜL 2014
P. 59
“LeyLa iLe Mecnun, seyircisi de dâhiL tuhaf bir şeydir”
Leyla ile Mecnun, özel
bir oyuncu grubunu bir araya getirmeyi becerdi. Sıradışı bir yönetmen, sıradışı bir yazar, üslup birliği olan oyuncular bir araya geldiği için bir süre sonra seyirci de o takımın bir parçası haline geldi. Seyircisi de diziden kopuk değildir, onlar da tuhaf in- sanlardı. Kireçburnu’nda durup gemilere el salla- yan binlerce insan gör- düm. Şaka değil, binlerce insan. Dolayısıyla “Leyla ile Mecnun,” seyircisi de dâhil tuhaf bir şeydir.
İnsanlar daha çok haklı olmayı seviyorlar, mutlu olmayı sevmiyorlar. Ben haklıyım! Tamam, sen haklısın, ama
mutlu musun? Ben hayatımın büyük bir bölümünü haklı olarak geçirdim. Artık haklı olmak o kadar da önemli değil benim için, doydum ben. Artık haklı olmak istemiyorum, biraz mutlu olmak istiyorum.
için. Daha da başka şeyler arayan varsa bir iti- razım yok. Bulsam ben de hayır demem ama bunları bulamadığım yerde durmam. Cenneti vaat etmek ne kelime, isterse getirip önüme koysun, içinde vicdan ve adalet yoksa, ne ya- payım ki ben o cenneti?
Hayatta ayakta kalmak için egoyla bir şe- kilde baş etmek lazım, demişsiniz. Egonun yıkıcılığı nerede?
Bu aşı gibi bir şey. Belli bir miktar bağışıklık kazanmanı sağlıyor. Ego da öyle. Belli bir mik- tarı bizim işimizde lazım. Futbol örneğinden gideyim. Mesela golcüye niye pas vermedin falan denilmez, onun işi kaleyi gördüğü yer- den çakmaktır. Tutturabiliyorsa tutturur. Tutturamıyorsa daha az şöhretle hayatını sürdürür. Lazımdır yani bir miktar. Ama egoyla baş etmeyle çalışma, ona yenik düşme, onu baştacı etme, kendini delice önemseme çukuruna düştüğün zaman oradan çıkılmıyor. Oyunculuk, yönetmenlik, yazma işi gibi çetin işlerle uğraşan biri olarak benim bir egom var, bir kısmını kendim geliştirdim. Bir süre sonra esiri olmaya başladığımı görüp kendimi ondan sakınma dersine başladım. Çok makul miktarda aşılık bir kısmı bazen vaziyeti kur- tarıyor ama ondan sonrası önce sana, sonra etrafına zarar veriyor. Allahtan benim pozis- yonum etrafa çok zarar verecek bir pozisyon değil. Ama etrafa çok zarar verecek pozisyon- da olanların egoları asıl tehlike...
Twitter sayfanızda “Aşk yalnızların müş- külüdür, sürülerde aşk olmaz” yazıyor... Neden?
Aşk senin hayal ettiğin bir şeydir. Bir şey hayal edersin ve birine onu yüklersin. Çoğu zaman bu yük çok ağırdır. Sen payına düşen kadarını zaten yeterince taşımıyorsundur, onun da se- nin yükünün bir kısmını taşımasını istiyorsun- dur. Bu mümkün değil. Mümkünsüzlüğü nere- den geliyor? Teorik olarak söylüyorum bunu, sürekliliği yok. Sürekliliği olmayan bir şey bir çıpa değildir, ona bağlanıp yaşayamazsın. Bir süre yaşarsın, sonra o bağ kopar, sonra sen yine uzay boşluğunda asılı kalırsın. Bu neden- le sürekli bir aşk ancak kafanın içinde, sana ait bir şey olabilir. Başkasıyla paylaşabilece- ğin bir şey değil. Herkeste olan bir şeyi satan bir tezgâhtar gibi düşün kendini. Aşk budur. Herkeste olandır. Aşk özgül ağırlığı yüksek bir metafordur. O yüzden aşk senin müşkülün.
Televizyonda öyle bir zamanın yoktur. Bizde hiç yok, ama Amerika’da da çok yoktur. İyi bir fikir, iyi bir hikâye, benzerlerinden farklı bir biçimde anlatacak donanımın, bakış açın, ma- rifetin varsa, neden yapamayasın? Dolayısıyla televizyon da şahane bir zemin olmamakla birlikte tamamıyla aynı başarıyı tekrar edebi- leceğin bir yerdir, yeteri kadar hazırlıklıysan.
Vicdan ve adalet, ideoloji budur diyorsu- nuz. İdeolojiler bitmiştir diyenlerden farklı bir söylem bu.
Sığ siyasetin sularında bırakılmış can simit- lerine sarılmam ben. Orada boğulmamak için ayakta durmak yeterlidir çünkü. Uzanıp da suyun içine boğuluyorum diye bağırmak ve her simide sarılmak benim yapabileceğim bir şey değil. Sığ sulardır bunlar ve ayakta dur- man yeter. Vicdanı olan, adalet duygusu geliş- miş herkesle oturup kalkabilirim. İdeolojisi ne olursa olsun. Eninde sonunda anlaşabilirim. Anlaşamazsam dert etmeyebilirim. Ama o iki şeyin varlığı tartışılmaz ve mutlaktır benim
maksimumbiz | 57