Page 2 - 7.SAYI
P. 2
Baharın Kızı
Anadolu’da yüzyıllardan beri süregelen inanışa göre baharın habercisi olan cemre bu bahar
da erkenden gelip yerini aldı. Yeniden doğuşu, bereketi ve doğa ile kurulan bağı sembolize
eden bu inanış sanayi döneminden, teknoloji devrinden, uzay çağından sağ çıkarak bugüne
değin nesilden nesile aktarılan bir kavram haline geldi.
Peki bu inanışın temeli neye ve hangi topluma dayanmaktadır?
Nasıl oluyor da kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır?
Cemre bir tane ateş koru, köz anlamlarına gelen Arapça kökenli bir kelimedir. Sanılanın
aksine yalnızca Türk toplumunda değil Eski İran ve Avam Arapları içinde de oldukça geniş
alana sahip bir inanıştır. Ayrıca cemre olayına benzer olarak ABD’de, kuzeydoğu bölgelerinde,
ocak ayının son haftalarında kar ve buzların erimeye başlaması, don olayının sona ermesi
Ocak Erimesi olarak adlandırılmaktadır.
Kış mevsiminin üç gününde meydana gelen birtakım değişiklikler tarıma dayalı yaşamını
sürdüren, henüz kavranması ve ölçülmesi güç olan zamanı tanımlamak için yollar arayan
insanlar için zamana işaret koyma aracı olarak görülmüştür. Kışın sona ermesi ve baharın
gelmesi doğaya bugün olduğundan daha bağımlı insanoğlu için hayatın tekrar başlaması,
tekrar derin bir nefes çekilmesi gibidir. Ayın hareketleri ile de ilişkilendirilen rüzgâr, yağış,
kuraklık, rutubet, sıcaklık ve soğukluk gibi bazı hava olayları bu üç günün baharın gelişini
müjdeleyen ‘cemre’nin havaya, suya ve toprağa düştüğü günler olarak kabul edilmesinde
önemli rol oynamıştır.
Cemre inanışı ile ilgili Arapça ve Farsça kaynaklar oldukça fazladır. Bunlar dışında Türkçe
kaynaklarda da çeşitli bilgilere rastlamak mümkündür. Farklı toplumlarda bu günlere verilen
farklı isimler ve farklı ritüeller düzenlense de günümüzde yaygın inanışa göre 19–20 Şubat
tarihler arasında ilk cemre havaya, 26–27 Şubat’ta ikinci cemre suya, 5–6 Mart’ı birbirine
bağlayan gece ise üçüncü cemre toprağa düşer ve bu tarihlerden sonra sırasıyla hava, su ve
toprak ısınmaya başlar, bahar yüzünü gösterir.
Şüphesiz cemreyi bu denli efsanevi yapan asıl şey tüm medeniyete direnerek hala inanış
alanını koruyor olmasıdır. Bunun sebebi aslında yine temelinde gizlidir. İnsanlık hangi çağda
olursa olsun ve bulundukları dönemi nasıl isimlendirmek isterlerse istesinler, zaman kavramı
onlar için daima bilinmezlik barındırır. Aynı zamanda en temel amacı yaşamını sürdürmek
olan insan için tarımın, hayvancılığın devamını sağlamak zamanın kontrolü ve planlanması ile
mümkündür. Yıllarca kurgulanan takvimler, tarihler, isimlendirmeler zamanı parçalara ayırarak
tanımlamamızı kolaylaştırsa da elle tutulamayan, gözle görülemeyen ve daima akıp gitmeye
mahkûm zaman kavramı bizim için tam anlamıyla bilinir kılmamaktadır.
İnsanoğlu her daim doğaya dönmeye ve anlamları orada aramaya meyillidir. Tıpkı iklim ve
doğa olaylarını cemrenin meydana gelmesine ve böylece zamanın yeni bir bölümüne yani
bahara geçilmesine bağladığımız gibi… Zamanın bu bilinmezliği doğaya bağlılık da
insanoğlunu çeşitli inanışlara itmektedir. Zamanı ve doğayı kontrol etmek ve yaşamı
sürdürmek dürtüsü devam ettikçe tüm bu inanışlar da nesilden nesile aktarılmaya ve
zenginleşmeye devam edecektir.