Page 296 - Risale-i Nur - Sözler
P. 296

298                                                                                                                                    SÖZLER


          nebatatın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvanatın nutfeleri gibi ayrı ayrı
          şeyler  değil,  nutfeler  bir  su  olduğu  gibi,  o  tohumlar  da  karbon,  azot,
          müvellid-ül  mâ,  müvellid-ül  humuzadan  mürekkeb,  mahiyetçe  birbirinin
          misli,  keyfiyetçe  birbirinden  ayrı,  yalnız  Kader  Kalemiyle  sırf  manevî
          olarak  aslının  proğramı  tevdi  edilmiş.  İşte  o  tohumları  nöbetle  o  kâseye
          koysak,  herbiri  Hârika  cihazatıyla,  eşkal  ve  vaziyetiyle  zuhur  edeceğini,
          vuku  bulmuş  gibi  inanırsın.  Eğer  o  zerreler  herbir  şeyin  herbir  hal  ve
          vaziyetini bilen ve herşeye (ona) lâyık  Vücudu ve Vücudun levazımatını
          vermeye Kadir ve  Kudretine nisbeten herşey  kemal-i sühuletle musahhar
          olan  bir  Zâtın  memuru  ve  emirber  bir  vazifedarı  olmazlarsa,  o  toprağın
          herbir  zerresinde,  ya  bütün  çiçekli  ve  meyvedarların  adedince  manevî
          fabrikalar  ve  matbaalar  içinde  bulunması  lâzım  gelir  ki,  o  cihazatları  ve
          eşkalleri  birbirinden  uzak  ve  birbirinden  ayrı  mevcûdat-ı  muhtelifeye
          menşe' olabilsin. Veya bütün o mevcûdata muhit bir İlim ve bütün onların
          teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır. Tâ bütün onların
          teşkilatına  medar  olsun.  Demek  Cenab-ı  Hak'tan  nisbet  kesilse,  toprağın

          zerratı adedince ilahlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise bin defa muhal
          içinde muhal bir hurafedir. Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl
          bir Sultan-ı Azîmin bir âdi neferi, o Padişahın namıyla ve Onun Kuvvetiyle
          bir  memleketi  hicret  ettirebilir,  iki  denizi  birleştirebilir,  bir  şahı  esir
          edebilir. Öyle de; Ezel ve Ebed Sultanı'nın Emriyle, bir sinek bir nemrud'u
          yere serer, bir karınca bir firavun'un sarayını harab eder, yere atar. Bir incir
          çekirdeği, bir incir ağacını yüklenir.

            Hem herbir zerrede,  Vücub ve Vahdet-i Sâni'a iki  Şahid-i Sadık daha
          var.  Birisi;  herbir  zerre,  acz-i  mutlakıyla  beraber  pek  büyük  ve  pek
          mütenevvi vazifeleri kaldırıyor ve cümudiyeti ile beraber bir şuur-u küllî
          gösteren intizamperverane Nizam-ı Umumîye tevfik-i hareket eder. Demek
          herbir  zerre,  lisan-ı  acziyle  Kadîr-i  Mutlak'ın  Vücub-u  Vücuduna  ve
          Nizam-ı Âlemi gözetmesiyle Vahdetine şehadet eder.
                                                            ِ
                                                               ٍ
                                   ِ
                                        ِ
             َ ىلٰعَ ِ نا َ تيىاَه ل َ ٍَحَلن  َ َ ۪ ف َ ِ ك  كلىذ كَدحا َ وَب ِ جاوَ َ هن َ  اَ َى لٰعَ ِ نادها َ شَةر  َ َ ذَ  ِّ   َّ  َّ  َ َ  ا َ ن َ َ ۪ ف َ ِلنك  ام ك


                            ِّ
                                       ٌ



                                                  ن َّ
                       ن

                         ِّ                 ٌ
                                       َ دمصَدح اَهن َ  ا
                                            ٌ   ن َّ
                                       ٌ
            Evet  herbir  Zîhayatta;  biri  Ehadiyet  Sikkesi,  diğeri  Samediyet  Turrası
          bulunuyor. Zira bir Zîhayat ekser Kâinatta Cilveleri görünen Esmayı birden
          kendi âyinesinde gösteriyor. Âdeta bir nokta-i mihrakıye hükmünde, Hayy-
          ı Kayyum'un Tecelli-i İsm-i Â’zamını gösteriyor. İşte
   291   292   293   294   295   296   297   298   299   300   301