Page 76 - BODRUMDERGİ | ŞUBAT 2023
P. 76
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
Karaköy’de Gece Yarısı
Yıl 1981 başları olmalı. İhtilal olmuş, sokağa çıkma yasağı sürmekte. Saat 24.00’den 06.00’ya kadar. Nişanlıyım o yıllar. Ben Kadıköy’de oturuyorum, nişanlım Yeşilköy’de. Son vapur saat 23.00’de. Geçtin, geçtin yoksa yandın! Hep yetiştim bu heyecanlı yolculuktan sonraki o son vapura... Taa ki o akşama kadar... Sirkeci’den kan ter içinde Karaköy’e koşturdum ama vapurun arkasından bakakaldım. Karaköy’de kalmıştım... Sokaklardaki tek tük ayyaş, keş, hippi tipli yabancılar otellere kapağı atmak için geziniyor ve beni süzüyor bir yandan.
ALİ TANRISEVER
Yıl 1981 başları olmalı. İhtilal olmuş, sokağa çıkma yasağı sürmekte. Saat 24.00’den 06.00’ya kadar. Nişanlıyım o yıllar. Ben Kadıköy’de oturuyorum, nişanlım Yeşilköy’de.
İstanbul’u bilenler bilir. Bilmeyenler için söyleyeyim, Eskişehir ile Bilecik, İzmir ile Manisa, Diyarbakır ile Mardin ne ise Kadıköy ile Yeşilköy de o!
Haftanın bir günü, genellikle cumartesi akşamı gidiyorum Yeşilköy’e yemeğe. Yemekten sonra aile ile çay, kek faslı. Nişanlı ile bakışma, gülüşme ve sonra geriye dönüş yolculuğu başlıyor. Son banliyö treni ile Sirkeci’ye iniyorum. Yürüyerek Galata Köprüsü’nü geçip, Karaköy’den Kadıköy vapuruna biniyorum. Son vapur saat 23.00’de.
Geçtin, geçtin yoksa yandın! Hep yetiştim bu heyecanlı yolculuktan sonraki, o son vapura... Taa ki
o akşama kadar... Sanırım tren
geç geldi. Tam hatırlamıyorum şimdi. Sirkeci’den kan ter içinde Karaköy’e koşturdum ama vapurun arkasından bakakaldım.
Karaköy’de kalmıştım! Hemen dönüp müşteri bekleyen taksilerle görüştüm. Kimse karşıya geçmek istemiyor. Geçse dönemeyecek geri. 6 saat Kadıköy’de kalacak. Çaresiz bir otele kapağı atacak, sabah eve döneceğim ama Karaköy o zamanlar şimdikinden bin beter. Akşam normal bir insan evladının oralarda dolanması bile başlı başına olay ki ben nişanlısı ve ailesi ile buluşmaya gitmiş şık, parlak, efendi, genç bir erkeğim o zamanlar.
Böyle bir erkeğin o saatlerde Karaköy’de dolanması, bir kadının dolanmasından farklı değil. Hatta belki daha da tehlikeli, işini bilen bir kadından...!
Neyse kış günü, hava soğuk, yağmur pis pis yağıyor. Saat on iki olmadan kapağı bir yere atmam gerekiyor, nesine bakıyorsam doğru düzgün bir otel arıyorum. Hani şimdi yıldız falan desen değil, tek yıldız, çeyrek yıldıza razıyım ama yok.
Sokaklardaki tek tük ayyaş, keş, hippi tipli yabancılar otellere kapağı atmak için geziniyor ve beni süzüyor bir yandan. Hani “Bu nerede kalacaksa, biz de orada kalalım” gibisinden.
Hiç aklımdan çıkmıyor, lağımların açıkta aktığı, izbe bir sokakta, gördüm onu. Sokağın tek ışıklı tabelaya sahip oteli... Romania. Dedim, “Babam Romanyalı, vardır bunda da bir hayır” içim ısındı birden. Bugün Afganistan’da olsa tek yıldız alamayacak otel ve daldım içeri.
Dalmamla geri çıkmak istemem
bir oldu ama artık son 15 dakikam falan. Çıksam ve başka otelde
yer bulamazsam buraya tekrar dönmem imkânsız. Resepsiyonda oturan gözleri dalmış gitmiş birkaç tipin, ben içeri girince fal taşı gibi açıldı göz kapakları.
Ben çaresiz “Oda var mı” diye sordum. Adam “Olmasa bile sizin için boşaltırız bir odayı” demedi ama olmasa derdi, eminim.
“Var” dedi, anahtarı uzattı. “Ben göstereyim odayı size” dedi.
Birlikte çıktık. Hani Amerikan filmlerinde vardır, hapishaneler. Dikdörtgen şeklinde çepeçevre dört koridorda sıralı hücreler, ortası aşağıdaki avluyu görür. Otel işte o tipte bir eski handan bozma. Yerler 150 yıllık, yer yer kırık dökük, çökük tahta...
Taş merdivenleri çıktık. İkinci katta bir odanın kapısını açtı, beni buyur etti. Odada tek kişilik bir yatak, başucunda bir komodin, tavandan kordonuyla sarkan bir ampul ve bir de kapı arkasına çakılmış askıdan başka hiçbir şey yok.
O anda aklımdan “Keşke sokakta kalsaydım, beni askerler götürüp nezarete atsalardı” diye geçirdim. Sabah bırakırlardı, hiç değilse daha güvende olurdum ama tüm parlak fikirler gibi sonradan geldi aklıma.
Birden aklıma annem geldi. Kadın beni saat 12 olmadan bekliyor. Gelmezsem meraktan çıldırır.
Devir faili meçhuller devri. Benim durumumun meçhul olacak bir tarafı yok o zamanlar, başımda kavak yelleri esiyor ama anne, merak eder elbette.
Cep telefonunun icadına daha 15 sene falan var. Telefon açmalıyım. Odadan çıktım, koridorda odalarının önünde toplaşmış, sohbet eden, sigara içen tiplerin bakışları arasında tekrar lobiye indim. Lobi demek herhangi bir otele, mimarına, mühendisine, duvar ustasından badanacısına kadar herkese hakaret etmek ama anlayın diye lobi diyorum işte. Adama, “Bir telefon açabilir
74