Page 77 - BODRUMDERGİ | ŞUBAT 2023
P. 77

 miyim” dedim. Adam alt raftan çıkardığı telefonu, tezgâhın üzerine koydu.
Şimdi durum şu; bu adam ve hemen iki metre ötemde lobide oturan 4-5 adamın yanında anneme telefon edip, beni merak etmemesini söyleyeceğim.
Hayır, hanım evladı olduğum
her hâlimden belli ama bu tam üzerine tüy dikmek olacak.
Çıtır çıtır yiyecekler bu gece
beni..! Annem telefonu daha
ilk çalmasında açtı. Ben hızlıca
ve olabildiğince kısık bir sesle; vapuru kaçırdığımı, Karaköy’de
bir otelde kalacağımı, sabah erkenden geleceğimi söyledim. Ve bu sefer parlak fikrim geç kalmadı. Anneme, “Babam nöbette mi
yine” dedim. Hani babamın asker veya polis olduğunu zannetsinler diye. Kendimle övündüm. Çok parlak bir fikirdi. Annemin “Sen
ne diyorsun” falan sözlerine aldırmadan, telefonu kapattım. Hızla odama çıktım, kapıyı kapatıp arkasından kilitledim. O yatağa yatacak değilim ancak sabaha kadar üzerinde oturmaya razı olduğum bir sandalye dahi yok odada. Çaresiz kabanımı çıkarıp yatağın üzerindekileri hiç açmadan battaniyenin üzerine serdim. Kaban ile vedalaşmayı da kafama koydum o anda. Uzandım ve
ana rahmindeki pozisyona geri döndüm. Tek derdim şu 5-6 saati sağ salim geçirmek ve sabah kendimi bu otelden sokağa atmak.
Tahta, derme çatma kapı çaldı.
Tak, tak, tak..! Eğer kapı kısaca “madde” denilen tahtadan yapılma ise bu “tak, tak, tak”lar; kapı tahtasının moleküllerin titreşmesi sonucunda oluşan bir ses falan değildi. Doğrudan odanın içine kütlesi olan bronz bir gülle olarak girdi, nemli, sıvası yer yer dökük boş duvarlara çarptı, oradan
sekti, ana rahminde yatmakta olan benim kulağıma ulaştı, orta
kulağımdaki çekiç, örs, üzengi kemiklerini titreştirmedi, onlara direkt olarak abandı, itti ve beni ana rahminden dışarı fırlattı. Yatakta ayaklarımı yere basarak doğruldum ve bir süre daha bekledim. Ya ısrarla bir tak, tak, tak üçlüsü daha gelecekti ya da uyuduğum için daha fazla rahatsız edilmemem inceliği gösterilecekti.
İkisi de olmadı. Ben sessizce yatağın kenarında oturur beklerken kapı hızla itilerek, ilk hamlede ardına kadar açıldı. Kapıda eğer dik dursa en az, bir doksan boyunda olacak ama, kambur vaziyette ve omuzları düşmüş, iki büklüm olduğundan bir altmış beş boylarında görünen, tepesi kel ama uzun saçlı, seyrek de olsa sakallı, bıyıklı, esmer ötesi bir adam belirdi. Göz bebekleri bilmiyorum o sırada nerelerdeydi, sadece akları görünüyordu gözlerinin...
Buna rağmen kibar duruşlu bir adam diyeceğim ama “kibar” kelimesi üzerinde eğreti duracak. İki parmağı arasına sıkıştırdığı sigarayı gösterdi. Ateş istiyordu balta girmemiş ormanlarda dış dünyadan tamamen soyutlanmış hâlde yaşayan bir kabileden
kopup gelmiş adam. Anladım uygar dünyada yaşayan bir adam olarak ve komodinin üzerinde duran Dunhill paketimin üzerindeki Zippo çakmağa uzandım ve ayağa kalktım. Döndüğüm noktada, odanın ortasına kadar gelmiş adamla burun buruna geldim. Havada gezinen alkol elle tutulur, gözle görünür yoğunlukta. Hiç ellemedim ve görmezlikten geldim alkolü. Adam elindeki sigarayı ağzına götürdüğünde bunun bir sigara değil, bir kağıda sarılmış minik bir saman balyası olduğunu anladım. Çakmağı çaktım, elimi titretmemeye çalışarak yakmaya çalıştım beyaz kağıt borunun ucunu ama yanmıyordu..! Daha
doğrusu kağıt yanıyordu da içindeki madde tutuşmuyordu. Balta girmemiş ormanlarda dış dünyadan tamamen soyutlanmış hâlde yaşayan bir kabilenin reisiyken kopup gelmiş ve burada, bu odada bula bula beni bulmuş bu adam ardımda komodinin üzerinde duran sigara paketini işaret etti. Döndüm, sigara paketini aldım, içinden bir tane çıkartıp uzattım. Kabile reisi, kendi kabilesinin lisanı ile sigarayı benim yakmamı istedi, yaktım. Kolayca anlaşılacağı gibi odanın ortasındaki adam ne istese anında yapacak durumdaydım. Sigarayı yaktım. Derin bir nefes çektim.
İyi geldi. Adama “eee” der gibi baktım. Adam uzanıp sigarayı elimden aldı ağzındaki boruya götürdü ve büyük bir maharetle içindeki maddeyi sonunda tüttürdü. Bir elinde benim yaktığım sigara, ağzında kağıda sarılmış saman balyalı boru ile döndü ve odadan çıkarken “mersi” dedi..
Evet... Mersi..! Bir mersi ancak bu kadar anlamlı, ancak bu kadar sevimli, ancak bu kadar huzur verici olabilirdi. Ve bir mersi, balta girmemiş ormanlarda dış dünyadan tamamen soyutlanmış hâlde yaşayan bir kabilenin reisiyken Karaköy’de Romania oteldeki odada beni bulan bir adama ancak bu kadar yakışırdı. Ya da ben ona çok yakıştırdım bilemiyorum. Kapıyı kapattım ardından ve kilitlemeye dahi tenezzül etmedim artık. Yatağa uzanıp, pozisyonuma geri döndüm.
Gün henüz aydınlanmadan hemen önce duyduğum ezan sesini Kâbe ziyaretinde Hira Dağı’ndayken duysam bu kadar huşu içinde dinlemezdim. O anda bana
niçin bir kitap indirilmediğini halâ düşünürüm...Tam yeri ve zamanıydı.. Ve ben hazırdım...
  75










































































   75   76   77   78   79