Page 72 - Risale-i Nur - Mektubat
P. 72

74                                                                                                                MEKTUBÂT


          birkaç  gün  kalmağa  dâir  müracaat  etti;  müsaade  etmediler.  Böyle
          ehemmiyetsiz  bir  ihtiyacıma  cevab-ı  red  verenlere  nasıl  müracaat  edilir?
          Müracaat edilse, zillet içinde fâidesiz bir tezellül olur.

                 B e ş i n c i s i : Haksızlığı hak iddia edenlere karşı Hak dâva
          etmek  ve  onlara  müracaat  etmek;  bir  haksızlıktır,  Hakka  karşı  bir
          hürmetsizliktir. Ben bu haksızlığı ve Hakka karşı hürmetsizliği irtikâb
          etmek istemem Vesselâm.

                 A l t ı n c ı   S e b e b : Bana karşı ehl-i dünyanın verdikleri sıkıntı,
          siyaset  için  değil;  çünki  onlar  da  bilirler  ki,  siyasete  karışmıyorum,
          siyasetten  kaçıyorum.  Belki  bilerek  veya  bilmeyerek  zendeka  hesabına,
          benim  Dîne  merbutiyetimden  beni  tâzib  ediyorlar.  Öyle  ise  onlara
          müracaat etmek, Dinden pişmanlık göstermek  ve meslek-i zendekayı
          okşamak demektir. Hem ben onlara müracaat ve dehâlet ettikçe; âdil olan
          Kader-i  İlâhî,  beni  onların  zâlim  eliyle  tâzib  edecektir.  Çünki  onlar
          diyânete  merbutiyetimden  beni  sıkıyorlar.  Kader  ise,  benim  diyanette  ve
          İhlâsta noksaniyetim var; arasıra ehl-i dünyaya riyakârlıklarımdan için beni
          sıkıyor.  Öyle  ise,  şimdilik  şu  sıkıntıdan  kurtuluşum  yok.  Eğer  ehl-i
          dünyaya müracaat etsem, Kader der: "Ey riyâkâr! Bu müracaatın cezasını
          çek!"  Eğer  müracaat  etmezsem,  ehl-i  dünya  der:  "Bizi  tanımıyorsun,
          sıkıntıda kal!"

                 Y e d i n c i   S e b e b : Mâlûmdur ki, bir memurun vazifesi, heyet-
          i içtimaiyeye muzır eşhâsa meydan vermemek ve nâfi'lere yardım etmektir.
          Halbuki  beni  nezaret  altına  alan memur, kabir kapısına gelen, misafir bir
          ihtiyar adama  للّا ىه ِ   ا ه  ٰٓ ِ    َه     ٰلا   daki Îmanın lâtif bir zevkini izah ettiğim vakit,
                       ُ ٍ
                              َ
           -bir  cürm-ü  meşhud  hâlinde  beni  yakalamak  gibi-  çok  zaman  yanıma
          gelmediği  halde,  o  vakit  güya  bir  kabahat  işliyorum  gibi  yanıma  geldi.
          İhlâs  ile  dinleyen  o  bîçâreyi  de  mahrum  bıraktı;  beni  de  hiddete  getirdi.
          Halbuki burada bâzı adamlar vardı; o onlara ehemmiyet vermiyordu. Sonra
          edebsizliklerde  ve  köydeki  hayat-ı  içtimaiyeye  zehir  verecek  sûrette
          bulundukları  vakit,  onlara  iltifat  etmeye  ve  takdir  etmeye  başladı.  Hem
          mâlûmdur  ki:  Zindanda  yüz  cinayeti  bulunan  bir  adam,  nezarete  memur
          zâbit olsun, nefer olsun, her zaman onlarla görüşebilir. Halbuki bir senedir,
          hem  âmir,  hem  nezarete  memur  hükûmet-i  milliyece  iki  mühim  zat  kaç
          defa odamın yanından geçtikleri halde, kat'a ve asla ne benim ile görüştüler
          ve  ne  de  hâlimi  sordular.  Ben  evvel  zannettim  ki,  adâvetlerinden
          yanaşmıyorlar.  Sonra  tahakkuk  etti  ki,  evhamlarından..güya  ben  onları
          yutacağım  gibi  kaçıyorlar.  İşte  şu  adamlar  gibi  eczâsı  ve  memurları
          bulunan bir hükûmeti,
   67   68   69   70   71   72   73   74   75   76   77