Page 137 - Risale-i Nur - Sözler
P. 137

ONÜÇÜNCÜ  SÖZ                                                                                                                   139


                                                   ِ
                                                              ِ
                                              ِ
                         و
                        َ
                        ن
                         َرضح  َ مَانيد ل َ َ عي ۪ مج َمها   ْ ن  َ ذاف َ َ ةدحا َ و َةحيص َ َ َّلااَ َ تنا َ  كَ  ْ  ِ َ ا َ ن
                                                 ً
                                     ٌ



                                                                ْ
                          ن   ْ
                               ن   ْ
                                                      ً   ْ

           gibi hadsiz Hakikatları buna şahiddir. Kur'anın herbir Âyeti, birer Necm-i
           Sâkıb  gibi,  İ'caz  ve  Hidayet  Nurunu  neşr  ile  küfrün  zulümatını  nasıl
           dağıttığını  görmek,  zevketmek  istersen;  kendini  o  asr-ı  cahiliyette  ve  o
           sahra-yı bedeviyette farzet ki, herşey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i
           cümud  ve  tabiata  sarılmış  olduğu  bir  anda,  birden  Kur'anın  Lisan-ı
           Ulviyesinden
                                                         ِ
                                       ِ ِ
                                                                  ِ
                                                    ِ
                    َ ِمي ۪ كح َ ْلاَِزي۪زعْلا َ َ ِ سودق  ا َ ْل ه ن  َكلم َ ْلاَ ِ ضر ْ  َ َ ْا َ  لا  َ فَا َ موَتاو َ مسلاَف     َ َ م ا َ  ِ َ لِلَِّحِبيُ
                                                             ى َّ


                                                                       ه ن   ن


                                                                           ِّ
           gibi  Âyetleri  işit,  bak.  O  ölmüş  veya  yatmış  mevcûdat-ı  âlem    َحِبيُ
                                                                            ن   ن
                                                                              ِّ
           Sadâsıyla  işitenlerin  zihninde  nasıl  diriliyorlar,  hüşyar  oluyorlar,  kıyam
           edip zikrediyorlar. Hem o karanlık gökyüzünde birer camid ateşpare olan
           yıldızlar  ve  yerdeki  perişan  mahlûkat,    َض َر لا  َ و َ ْا    َ عب َ سلاَ تا َ و َ مسلا َ ه لَ حِب ن ت
                                                                         ن
                                                                    ى َّ   ن
                                                                            ن
                                                    ْ ن
                                                            َّ ن ْ
                                                                              ِّ
           Sayhasıyla  işitenlerin  nazarında;  gökyüzü  bir  ağız,  bütün  yıldızlar  birer
           Kelime-i Hikmet-Nüma, birer Nur-u Hakikat-Eda; ve arz bir kafa; berr ve
           bahr birer lisan; ve bütün hayvanat ve nebatat birer Kelime-i Tesbih-Feşan
           suretinde  arz-ı  dîdar  eder.  Yoksa  bu  zamandan  tâ  o  zamâna  bakmakla,
           mezkûr  zevkin  dekaikını  göremezsin.  Evet  o  zamandan  beri  Nurunu
           neşreden ve mürur-u zaman ile ulûm-u mütearife hükmüne geçen ve sair
           Neyyirat-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur'anın güneşiyle gündüz rengini alan
           bir vaziyet ile yahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette herbir
           Âyetin  ne  kadar  tatlı  bir  Zemzeme-i  İ'caz  içinde  ne  çeşit  zulümatı
           dağıttığını hakkıyla göremezsin ve bir çok Enva'-ı İ'cazı içinde bu Nev-i
           İ'cazını  zevk  edemezsin.  Kur'an-ı  Mu’ciz-ül  Beyan'ın  en  yüksek  bir
           Derece-i İ'cazına bakmak istersen, şu temsili dinle, bak. Şöyle ki:

             Gayet yüksek ve garib ve gayetle yayılmış acib bir ağaç farzedelim ki; o
           ağaç  bir  Perde-i  Gayb  altında,  bir  tabaka-i  mesturiyet  içinde  saklanmış.
           Malûmdur  ki:  Bir  ağacın,  İnsanın  a'zaları  gibi;  onun  dalları,  meyveleri,
           yaprakları,  çiçekleri  gibi  bütün  uzuvları  arasında  bir  münasebet,  bir
           tenâsüb, bir müvazenet lâzımdır. Herbir cüz'ü, o ağacın mahiyetine göre bir
           şekil  alır,  bir  suret  verilir.  İşte,  hiç  görünmeyen (ve halen görünmüyor)
           o    ağaca    dair   biri   çıksa,   bir   perde   üstünde   onun   herbir   a’zâsına
   132   133   134   135   136   137   138   139   140   141   142