Page 346 - Risale-i Nur - Sözler
P. 346

348                                                                                                                                       SÖZLER


          Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki, katil gibi bir zehr-i katilden daha
          muzırdır.  Meselâ:  "Bir  güzel  söz,  bir  Abdi  âzad  etmek  gibi  bir  Sadaka-i
          Azîmenin  yerine  geçer."  Şimdi  tergib  ve  teşvik  için  o  mübhem  ferd-i
          mükemmel, mutlak bir surette her yerde bulunmasının imkânını, vaki' bir
          surette göstermekle Hayra şevki ve şerden nefreti tahrik etmektir. Hem de
          şu  Âlemin  mikyasıyla  Âlem-i  Ebedînin  şeyleri  tartılmaz.  Buranın  en
          büyüğü,  oranın  en  küçüğüne  müvazi  gelemez.  Sevab-ı  A'mal  o  Âleme
          baktığı için, dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz.
          Meselâ:
                                                ِ
                                                     ِ
                            َرا  َ َ ه  َ وَسو َ مَ ِ با  َل َ ث َ و  َ ثم َ َ ه لَ َ طعا  ا َ ن  َ  ذهَ  َ ر َ     ا  َ قَن َ م
                           ن
                            و
                           َ
                                     ن
                                                 ن ْ ن
                                                                  ْ   ى
                                                     ْ
                                      ن ى
            yâni:

                                                                       ِ ِ
           ِ
                    ِ
                         ِ ِ ى
                                                       َ رَوَتاو
         َ َ تاومس لاَفَءاي َبَ ْ    َ كلاَه َ  لو  َ ڬ  َ يم ل     َ ْل َ ع ا ۪  اَ ِ بر َي ۪ ضر َ  لاْاَ ِ ب      ِ  َ مسل اَ َِ برَلِلّ َ َ دمحْل َ  ا
                           ْ
                                                                       ه

                                ن
                                                              ى َّ


                                                                         ن ْ
               ى َّ
                     ن
                                          ِّ
                                                                    ِّ
                                                     ِّ
                              ِ
            َ ِ بر َ َ يض    َ  لا َ ر ۪  َ ْاَ ِ بر َوَ َت ا َ وم َ س  َ لا  َِ بر  ِ ِ  َد َ مح  َ ڬ َ َ  ا َ ْل  َ مي َ     َ ۪ز ي َ ز َ ا َ ْل َ ح ۪ ك  َعْلا  َ ه َ و َ  َوَ ِ ض َ ر لا  َ و َ ْا
                                          َ لِلّ َ

                                                     ن
                                   َّ   ى

                                                                      ن
                                              ْ   ن ه
             ِّ         ِّ             ِّ                       ن       ْ
                                                ِ
           َك َ ْلم َ ْلاَه ل َ و   ن  َ ڬ  َ مي ۪ كحْلا َزي َ ۪زعْلا َوه َوَ ِ ضر لا     َ َ ْاو  َ تا َ ومسلاَف ِ  َةم ظع  َ َ ْلا  َ ه لو  َي َ ڬ َ     َ  ل َ ۪ م  اعْلا
              ن ن

                                                          ن
                                                                 ن
                                          ْ

                       ن
                                                    ى َّ
                                  ن
                                          ن
                                                ِ
                                َ مي ۪ ك َ حْلا  َزي َ  َ ۪ز َ عْلا َو َ هَوَتاومس لا َبر
                                                         ه
                              ن
                                            ن

                                          ن
                                                    ى َّ

            İnsafsız  ve  dikkatsizlerin  en  ziyade  nazar-ı  dikkatini  celbeden  şu  gibi
          Rivayetlerdir.  Hakikatı  şudur  ki:  Dünyada  dar  nazarımızla,  kısacık
          fikrimizle  Musa  ve  Harun  Aleyhisselâmların  Sevablarını  ne  derece
          tasavvur ediyoruz, biliyoruz. Âlem-i Ebediyette Rahîm-i Mutlak, Saadet-i
          Ebedîde nihayetsiz ihtiyaç içinde bir Abdine birtek Virde mukabil vereceği
          Hakikat-ı  Sevab,  o  iki  Zâtın  Sevablarına  -fakat  daire-i  ilmimize  ve
          tahminimize giren Sevablarına- müsavi olabilir. Meselâ: Bedevi, vahşi bir
          adam hiç  Padişahı  görmemiş.  Saltanat  haşmetini  bilmiyor.  Bir  köyde  bir
          ağayı nasıl tasavvur eder, o mahdud fikriyle bir Padişahı ondan büyükçe bir
          ağa kadar bilir. Hattâ bizde sadedil bir taife var ki, eskiden diyorlardı ki:
          "Padişah,  kendi  ocağı  yanında  ve  tenceresinin  başında  pişirdiği  bulgur
          çorbası  yanında  ne  yapıyor,  bizim  ağamız  onu  biliyor."  Demek  onlar,
          Padişahı o kadar dar bir vaziyette ve âdi bir surette tahayyül ediyorlar ki,
          kendi  bulgur  çorbasını  kendi  pişiriyor,  âdeta  bir  yüzbaşı  haşmetinde
          farzediyorlar. Şimdi biri o adamlardan birisine dese: "Sen bugün benim için
          bu     işi     yapsan,     senin     bildiğin     padişah     haşmeti     kadar    sana
          bir    haşmetlik    vereceğim."    Yâni     bir     yüzbaşı     kadar     bir    rütbe
   341   342   343   344   345   346   347   348   349   350   351