Page 538 - Risale-i Nur - Sözler
P. 538

540                                                                                                                                    SÖZLER


           ve Kudretinin bir mistarıdır. İşte şu parlak nurani güzel yüz, Hayatdar ve
           manidar bir çekirdek hükmüne geçmiş ki; Hâlık-ı Zülcelâl bir Şecere-i Tûbâ-
           i  Ubûdiyyeti  Ondan  halketmiştir  ki,  Onun  Mübarek  Dalları,  Âlem-i
           Beşeriyetin her tarafını Nurani Meyvelerle tezyin etmiştir. Bütün zaman-ı
           mazideki zulümatı dağıtıp, o uzun zaman-ı mazi; felsefenin gördüğü gibi bir
           mezar-ı  ekber,  bir  ademistan  olmadığını..  belki  istikbale  ve  Saadet-i
           Ebediyeye  atlamak  için,  Ervah-ı  Âfilîne  bir  Medar-ı  Envâr  ve  muhtelif
           basamaklı bir Mi'rac-ı Münevver ve ağır yüklerini bırakan ve serbest kalan
           ve  dünyadan  göçüp  giden  Ruhların  nurani  bir  Nuristanı  ve  bir  Bostanı
           olduğunu gösterir.

             İkinci vecih ise: Felsefe tutmuştur. Felsefe ise, ene'ye mâna-yı ismiyle
           bakmış. Yâni kendi kendine delalet eder, der. Mânası kendindedir, kendi
           hesabına çalışır, hükmeder. Vücudu aslî, zâtî olduğunu telakki eder. Yâni
           zâtında  bizzât  bir  Vücudu  vardır,  der.  Bir  hakk-ı  hayatı  var..  daire-i
           tasarrufunda hakikî mâliktir, zu'meder. Onu bir hakikat-ı sabite zanneder.
           Vazifesini, hubb-u zâtından neş'et eden bir tekemmül-ü zâtî olduğunu bilir
           ve hakeza.. çok esasat-ı fasideye mesleklerini bina etmişler. O esasat, ne
           kadar esassız  ve  çürük  olduğunu  sair  Risalelerimde  ve  bilhassa  Sözlerde
           husûsan Onikinci ve Yirmibeşinci Sözlerde kat'î isbat etmişiz. Hattâ silsile-
           i felsefenin en mükemmel ferdleri ve o silsilenin dâhîleri olan Eflatun ve
           Aristo,  İbn-i  Sina  ve  Farabî  gibi  adamlar;  "İnsaniyetin  gayet-ül  gayatı,
           "teşebbüh-ü  bil-vâcib"dir..  yâni  Vâcib-ül  Vücud'a  benzemektir"  deyip
           firavunane  bir  hüküm  vermişler  ve  enaniyeti  kamçılayıp  şirk  derelerinde
           serbest koşturarak; esbabperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi
           çok enva'-ı şirk taifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esasında münderiç
           olan  acz  ve  za'f,  fakr  ve  ihtiyaç,  naks  ve  kusur  kapılarını  kapayıp,
           Ubûdiyyetin  yolunu  seddetmişler.  Tabiata  saplanıp,  şirkten  tamamen
           çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar...

             N ü b ü v v e t    i s e : Gaye-i İnsaniyet ve Vazife-i Beşeriyet, Ahlâk-ı
           İlâhiyye ile ve Secaya-yı Hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip
           Kudret-i İlâhiyyeye iltica, za'fını görüp Kuvvet-i İlâhiyyeye istinad, fakrını
           görüp  Rahmet-i  İlâhiyyeye  itimad,  ihtiyacını  görüp  Gına-yı  İlâhiyyeden
           istimdad,  kusurunu  görüp  Afv-ı  İlahîye  istiğfar,  naksını  görüp  Kemal-i
           İlahîye Tesbihhan olmaktır diye, Ubûdiyyetkârane hükmetmişler.

             İşte Diyanete itaat etmeyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene
           kendi    dizginini   eline   almış..   dalâletin   herbir   nev'ine   koşmuş.   İşte
   533   534   535   536   537   538   539   540   541   542   543