Page 268 - Risale-i Nur - Tarihçe-i Hayat
P. 268

270                                                                                      BEDİÜZZAMAN   SAİD   NURSİ


          getir.  İki  saat,  her  tarafımızda  kimse  yok  ki,  oradan  ekmek  alınsın.
          "Cum'a Gecesi Senin yanında bu dağda beraber Duâ etmek arzu ediyo-

                                    ِ
          rum" dedi. Ben de dedim: " للّا  ٰلَع انْلكوت   , kal." Sonra hiç münasebeti
                                                َّ
                                                 َ َ
                                     ٰ
                                              َ
                                           َ
          olmadığı  halde  ve  bir  bahane  yokken,  ikimiz  yürüye  yürüye  bir  dağın
          tepesine  çıktık.  İbrikte  bir  parça  su  vardı.  Bir  parça  şeker  ile  çayımız
          vardı. Dedim: "Kardeşim, bir parça çay yap." O ona başladı, ben de derin
          bir  dereye  bakar  bir  katran  ağacı  altında  oturdum.  Müteessifane  şöyle
          düşündüm  ki:  Küflenmiş  bir  parça  ekmeğimiz  var;  bu  akşam  ancak
          ikimize  yeter.  İki  gün  nasıl  yapacağız  ve  bu  sâfi-kalb  adama  ne
          diyeceğim? diye düşünmede iken, birden bire başım çevrilir gibi başımı
          çevirdim, gördüm ki : Koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları
          içinde bize bakıyor. Dedim: "Süleyman müjde! Cenâb-ı Hak bize Rızık
          verdi" O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvanat-ı vahşiye hiçbiri
          ilişmemiş..  yirmi-otuz  gündür  hiç  bir  İnsan  o  tepeye  çıkmamıştı.  O
          ekmek,  ikimize  iki  gün  kâfi  geldi.  Biz  yerken,  bitmek  üzere iken,  dört
          sene Sâdık bir Sıddîkım olan müstakîm Süleyman, ekmekle aşağıdan çıka
          geldi.

              Dördüncüsü:  Şu  üstümdeki  sakoyu,  yedi  sene  evvel,  eski  olarak
          almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç çorap için dört buçuk lira ile
          idare ettim. Bereket, iktisad ve Rahmet-i İlâhiyye bana kâfi geldi.

              İşte şu nümuneler gibi çok şeyler var.. ve Bereket-i İlâhiyyenin çok
          cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr için
          zikrediyorum  zannetmeyiniz,  belki  mecbur  oldum.  Hem  benim  için
          iyiliğe  bir  medâr  olduğunu  düşünmeyiniz…  Bu  Bereketler,  ya  yanıma
          gelen hâlis dostlarıma İhsandır; veya Hizmet-i Kur'aniyeye bir İkramdır;

          veya İktisadın bereketli bir menfaatıdır; veyahut : مي   ح  َ َ    ي   ا   ر    مي    ي   ا      ر    ح  َ َ   ile


          zikreden  ve  yanımda  bulunan  dört  kedinin  Rızıklarıdır  ki,  Bereket
          sûretinde  gelir,  ben  de  ondan  istifade  ederim.  Evet  hazin  mırmırlarını

          dikkatle  dinlesen,     مي   ح    ي   ا   ر  َ َ    ميح  َ َ    ي ا      ر      çektiklerini  anlarsın.  Kedi  bahsi

          geldi, tavuğu hâtıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta, yumurta makinesi
          gibi,  pek  az  fâsıla  ile,  her  gün  Rahmet  Hazinesinden  bana  bir  yumurta
          getiriyordu.  Hem  bir  gün,  iki  yumurta  getirdi; ben de hayrette kaldım.
   263   264   265   266   267   268   269   270   271   272   273