Page 92 - BODRUMDERGİ | KASIM 2022
P. 92

  “Roman okumak, yemek yemek gibidir. Bir hafta sonra tadını, sevip sevmediğinizi unutabilirsiniz; 1 ay sonra ne yediğinizi unutabilirsiniz ancak o gün o yemeği yediğiniz için açlığınız gitmiş ve vücudun gereksinimlerini karşılamış ve en azından beslenme açısından bir sonraki güne sağlıklı geçmişsinizdir. Roman da böyledi; 1 ay sonra olayları unutabilirsiniz, hatta 1 yıl sonra o romanın adını bile hatırlayamayabilirsiniz, kahramanların etkisi geçmiş olabilir ancak o roman sizin karakterinize sirayet etmiştir bir yerden. Siz farkında olmasanız dahi size bir şeyler katmıştır mutlaka.
Söz gelimi Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi, size Fransız devrimini toplumun değişimini iki büyük şehir üzerinden anlatır. O dönemin ulaşımı, hukuk sistemi, ticareti, gençliği, insanların giyotine giderken yaşadığı psikoloji vs. bu romanda en yalın hâli ile karşınızdadır. Kemal Tahir’den Devlet Ana’yı okursanız Ertuğrul Gazi sonrası Osmangazi’nin devleti kurduğu döneme gidersiniz. Mesela ilk silah ile tanışma hikâyesi vardır çok keyifli. Rus yazarlar size o dönemde Rusya’da olan biten hakkında fikir verir.
Cengiz Aytmatov, romanları sizi bambaşka diyarlara götürür. Roman okumak ile öğrendiğiniz kelimeler konuştuğunuz dili zenginleştirir. İnsanları tanıma hususunda size tecrübe kazandırır. Denilir ki Sultan Abdülhamit Han da iyi bir roman okuyucusudur ve olayların arka planı hakkındaki başarısı buna dayanır. Hülasa; roman okumak hayatı okumaktır.”
Ufukta yeni bir kitap var mı?
Ufukta yeni kitaplar ve yeni sergiler var. “Sen Ne Değilsin” isimli bir roman yazıyorum. Kasım ayı içerisinde de “Adalet” isimli bir sergiye hazırlık yapıyorum.
Tablolarınızı yaparken nelerden esinleniyorsunuz?
Tabii ki toplumun ve insanlığın temel, özellikle de kronikleşmiş problemlerine gerçekçi çözüm üretebilme dürtüsü. Mesela; antropoloji, tarih, sosyoloji bunlar bir şekilde bilgisini özümsediğim ve çözümler üretmek istediğim ilham kaynaklarım diyebilirim...
Mesela önümüzdeki kasım ayında “Adalet” temalı bir sergiye hazırlanıyorum. Burada Hz. Süleyman’ın tarihi, hatta mistik rolünden tutun da Hz. Yusuf’un rüyalarına kadar birçok şey ilham kaynağım olabiliyor. Dostoyevski’yi düşünün “Suç ve Ceza” romanında bir insanın kafasına balta saplayarak bize öldürmeyi öğretiyor. Ve bu eser dünya klasikleri arasında yani 193 ülkede çocuklar 15 yaşında bu bilgiyi öğreniyorlar. Zaten bunun gibi bilgi toplulukları dünyadaki adalet mekanizmasının bozulma sebepleri. Ben bu sergi de Suç ve Ceza’nın resmini yaparken böyle bir ilhamla buluştum mesela...
Dostoyevski’nin eserinde her ne kadar suçun ne olduğunu ve nedenini sorgulamamız gibi birçok sorgulamalara yarayan diyaloglar yer alsa da eser, suçluluk ve suç psikolojisi çözümlemelerini
yüklüce işlemiş olacak ki kitabın içine daldığımızda kendimizi tanrıtanımaz Raskolnikov’un nöbetlerini yaşarken, suçunu içselleştirmeye çalışırken buluveriyoruz. Bu büyüleyici eserden bir diyaloğa, Raskolnikov’a yöneltilen suçlu sıfatı üzerine onun hızlı
bir sorgulamasına yer vermek istiyorum: “Suç mu? Diye bağırdı Raskolnikov; bir anda öfkeden deliye dönmüştü. Ne suçu? Öldürenin kırk günahından arınacağı aşağılık bir tefeciyi, hiç kimseye hiçbir yararı olmayan, yoksulların kanını emen zararlı bir biti öldürmek
mi suç!” Aslında kitap, suç nedir ceza nedir ve suçlıuluk bilinci
var mıdırı anlatmaktadır. Bazı toplumlarda suçtan daha önemlisi utanç duygusudur. Suç, ‘kimse görmemişse suç değildir’ bizim toplumumuza göre. Ancak Raskolnikov karakterinde de görüldüğü gibi suç aslında insanın içindedir. Suçu insana vicdanı vermelidir. Raskolnikov kendine ceza verir ve kurtuluşu arar. En büyük yargıç vicdanımızdır.
Sanat felsefenizi ne oluşturur?
Sanat felsefemi oluşturan, deney ve düşüncelerim; eğer sanatçıysam, yaptığım ve yapacağım şeyler sanat eseri olacaksa “yeni özelliklerin olması, tekrar ve taklit olmaması, bir bütün teşkil etmesi, geleceği müjdelemesi, mutlaka işlevinin olması, toplumu aydınlatması”
gibi özellikleri taşıması gerekmektedir. Bence resim, sanatçının avucundaki suya benzer, onu nereye savurur ya da hangi kaba dökerse ona göre biçimlenir. Yaptıklarımla bir kabın içine girip onun şeklini almayı düşünmem. Tuvalin karşısına geçtiğimde önceden
ne yapacağımı ve nasıl sonuçlandıracağımı düşünmek istemem, o duyguya kapıldığımda özgür olmadığımı ve yapacağım çalışmanın sonunda özgün bir şeyin çıkmayacağı endişesine kapılırım.
Çalışmalarımda, hiçbir yere bağlı kalmadan bulunduğu mekânın dışına çıkma ve özgür olma mücadelesi veririm. Ayrıca eserlerime uzaktan bakıldığında algılanan görsel bütünlüğün, yakından incelendiğinde detaylarda farklı anlamlar içermesi, çalışmalarımın diğer bir özgünlüğüdür. Eserlerimin hepsinin bir hikâyesi vardır.
90
















































































   90   91   92   93   94