Page 76 - BODRUMDERGI | MAYIS 2023
P. 76

 BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
III. Selim’in Sır Kâtibi
Size anlatacağım hikâye bir yeraltı hikâyesi ama yeraltı edebiyatı değil. Gerçekten bana yeraltında, İstanbul’un dehlizlerinden birinde bir “Sır Kâtibi” tarafından anlatıldı. Hikâye sır kâtibinin bizzat başından geçmiş. Tarih tam olarak 1807. Şimdi diyeceksiniz ki “1807 yılında başından geçmiş bir hikâye nasıl oluyor da bizzat sana anlatılmış oluyor?” İşte bu, yeraltı dehlizlerinin marifeti demem gerekiyor. Fazla uzatmadan hikâyeye başlayalım.
  ALİ TANRISEVER
 Kapalı Çarşı’da bir dükkandayım. Dünyanın en ünlü çanta markalarının birebir kopyalarının
yapıldığı bir atölye burası. Öyle kopya dediğime bakmayın. Tasarımcısı gelse kopyasını gerçeğinden ayıramaz. Arkadaşım işinde öylesine usta. Küçük dükkânının showroom olarak kullandığı ön kısmında, üzerine eski bir el dokuması kilimin atıldığı deri koltuğun içine gömülmüş, oturuyorum. Elimde sıcak oralet bardağı. Arkadaşım “Senin hakkını ödemem mümkün değil. Hele bununla ödemem hiç mümkün değil” diyerek kucağıma bıraktığı Gucci çanta ile bakışıyoruz. “Sen bana oğlumun hayatını bağışladın, senin için ne yapsam kendimi ömrümün sonuna kadar borçlu hissedeceğim ama lütfen bu hediyemi kabul et” diye yakarıyor. Ben, elimdeki oralet bardağını bırakacak bir yer bulamadığımdan oturduğum yerde çaresiz, “Abi, kendini borçlu hissetmene gerek yok. Hem benim bunu verecek bir eşim, sevgilim falan da yok. Al sen bunu. Bir gün benim de sana işim düşer, sen de onu halledersin” diye söyleniyorum.
Israrım üzerine dostum hiç cevap vermeden kapıya yönelip Kapalı Çarşı kalabalığının, önünden
akıp geçtiği dükkanının eşiğine çıkıyor. Bir sağa, bir sola bakıp gelen giden olmadığından emin olduktan sonra kapının üzerine zincirle asılı tabelanın “Kapalı” kısmını dışarı doğru çeviriyor ve kapıyı içeriden kilitliyor. Bana doğru yürüyüp kucağımda eğreti vaziyette tuttuğum çantayı alıp raftaki yerine koyuyor. Neredeyse fısıltılı bir sesle “O zaman sana reddedemeyeceğin bir teklifte
bulunacağım. Senin böyle şeyleri sevdiğini, bunu kaçırmayacağını biliyorum” diyor. Dükkânın arka tarafındaki kapıyı açıp atölye kısmına geçiyoruz. Kapıyı içeriden kilitledikten sonra tam karşı duvarda her katı taklit çanta ve valizlerle dolu çelik rafı kenara itiyor. Ortaya çıkan duvarda
bir metreyi dahi bulmayan yükseklikte, bir insanın ancak iki büklüm girebileceği demirden
bir kapı var. Kapının üzerinde
de büyük bir asma kilit. Dostum cebinden çıkardığı pirinç anahtarı asma kilidin anahtar deliğine sokmadan önce durup bana bakıyor.
Benim merak dolu bakışlarıma bir açıklama ile karşılık vermesi gerektiğini biliyor elbette ve yine fısıltılı bir sesle anlatmaya başlıyor. Bu kapı bugüne
kadar hiç açılmamıştı. Dükkân kendisine kiralanırken çarşının vakıf yöneticileri Kur’an üzerine
el bastırarak yemin ettirmişlerdi. Bu kapının anahtarını saklayacak, koruyacak ancak bu kapıyı asla açmayacaktı. “Kabul ettim, yemin ettim” demiş ve anahtarı teslim almıştı. Yaklaşık yirmi senedir kapının ardını hiç merak etmemiş, İstanbul’un Bizanslılar tarafından yapılmış yer altı dehlizlerine
açılan bu kapıyı bir kez dahi kurcalamamıştı. Hatta az öncesine kadar tamamen unutmuştu. Yeraltı tünellerine açılan bu kapılar, çarşı yapılırken dükkanların içinde kalmıştı. Tüneller, çarşının içinden devamla Ayasofya ve Topkapı Sarayı’nın altından geçerek Sarayburnu açıklarından itibaren denizin altından Kınalıada’ya kadar gidiyordu. İşte şimdi
ikimiz Kınalıada Kilisesi’ne çıktığı söylenen bir tünelin kapısının
önündeydik. Arkadaşım bana
“Ne dersin, Kınalıada’ya kadar olmasa da Ayasofya’nın altındaki dehlizlere kadar bir yolculuk yapmak istemez misin” diye sordu. Anlattıkları bir masal gibiydi. Gireceğim bu dehlizde neyle karşılaşacağımı bilmediğimden bayağı bir ürkmüştüm ancak insanın karşısına her zaman çıkmayacak bu maceranın heyecanı içinde yerimde duramıyordum. “Yani benim için yeminini bozdun öyle mi” dedim. “Evet” dedi. “Bozmamı Tanrı anlayışla karşılayacaktır ama sen de burada olanları ve gördüklerini kimseye anlatmayacağına dair bana yemin etmelisin” dedi. Ben de tutacağıma hiç inanmadığım hâlde “Yemin ederim” dedim.
her şeye rağmen 8 yıl bu olaydan hiç kimselere bahsetmedim.
Daha doğrusu tünelde başımdan geçenlerden kimselere bahsedemedim. Bahsetsem de inanmayacaklarını biliyordum ancak şimdi yazmaya karar verdim. Şimdi yazma zamanının geldiği, dolaylı da olsa tarafıma yeni iletildi!
Arkadaşım kenara çekildi
ve açılan kapının ardındaki karanlık dehlize beni buyur
etti. İyice eğilerek iki büklüm kapıdan geçmek üzereyken çok uzaklaşmamamı ve en fazla
bir saat içinde kapıyı çalmamı, hemen burada bekliyor olacağını söyledi. Elime tutuşturduğu feneri yakıp içeri adımımı attığım anda kapıyı arkamdan kapattı. Normal şartlarda olması gereken ve hazırlıklı olduğum; havasız, nemli, pis kokulu bir ortama girmedim. Kapının eşiğinden ilk adımımı attığım andan itibaren ise tavanın yükseldiğini, ayağa
  74









































































   74   75   76   77   78