Page 78 - BODRUMDERGI | MAYIS 2023
P. 78
O bir sır kâtibiydi.. Yani padişahın özel kâtibi. Yazı kâğıdı ve diğer yazı malzemelerini boynunda sırma işlemeli bir kesede ve altın dividini belindeki kuşakta taşırdı. Padişahın kaleme aldığı hatt-ı hümâyunu destmâle sardıktan sonra bunu Bâbıâli’ye götürecek olan telhisçiye teslim etmekle görevliydi. Saraya gelen veya giden belgelerin okunmasında ve bazen tahririnde de rol alırdı. Padişah ile veziri arasındaki yazışmaların ve her türlü konuşmanın tek şahidiydi sır kâtibi.
Yazdığı ruznamelerde; bugün artık bilinmeyen, yok olmuş saraylar, askeri yapılar, hanlar, çarşılar, mesire yerleri ile ilgili zengin bilgiler yer alıyordu. Padişahın resmî hayatına ilişkin detaylı ve açık bilgiler sunarken özel hayatına ilişkin detaylı bilgi vermezlerdi sır katipleri. Ancak az da olsa vermişti bir kaç özel bilgi bana. Bende saklı onlar...
Kendisini tepeden aşağı hayretle süzdüğümü, incelediğimi gülümseyerek izleyen sır kâtibi, kendini tanıttı. O, elbette beni tanıyordu. Kendileri III. Selim’in Sır Kâtibi Bolevî İbrâhim Efendi idi ve tam 200 yıldır bu tüneldeydi. Padişah III. Selim ve veziri onu burada bırakmak zorunda kaldıkları o günden beri...
O günün hikâyesini ve niçin burada kaldığını bana anlattı. Şimdi ben size anlatsam inanmayacaksınız tüm bu olan bitene, Bolevî İbrâhim Efendi’nin bana anlattıklarına.
O nedenle niçin bu tünellerde kaldığını geçiyorum ancak o gün, o dehlizlerde olan biteni size anlatacağım.
Önce 1946 yılından beri bekçiliğini yapmakta olduğu 135 milyar Türk lirasının hikâyesi ile başlayalım. Bunu size anlatabilirim çünkü bu bir gerçek! İşte III. Selim’in Sır Kâtibi Bolevî İbrâhim Efendi’nin dehlizde bana anlattığı ve tarafından tutulan Rûznâme’de yazmayan hikâye... 1940’ların ortalarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye, savaşa girme tehlikesi ve aşırı enflasyon
tehdidi ile karşı karşıyaydı. İşte
o yıllarda yakın iş birliği içinde bulunduğumuz Almanya’nın merkez bankası başkanı ile Türkiye merkez bankası yetkilileri gizli
bir görüşme yaptılar. Almanlar kendi para birimleri Alman Markı için aldıkları tedbirleri Türklerle paylaştılar. Ulusal ekonominin çöküşünün yanı sıra, düşman ülkelerinin, bilhassa demir
perde ülkelerinin piyasaya sahte para sürecek olması en büyük korkulardandı.
İşte Almanlar bu ihtimali göz önüne alarak yeraltında gizli sığınaklarda eski banknotların yerini hızla alacak 15 milyar yeni Alman Markı saklamışlardı. Bunun için inşa ettikleri sığınaklar nükleer savaşa dahi dayanıklıydı ve her türlü havalandırma, elektrik ve
su sistemi düşünülmüştü. 15
bin metrekarelik sığınakta acil durumlarda 14 gün yetecek miktarda yiyecek stoku da vardı. Türkiye bu fikri acilen uygulamaya sokmuş ve yeni banknotlar hazırlatırken bir yandan da sığınak için yer bakmaya başlamıştı.
Tam bu sırada aslında bizim mükemmel bir sığınak ağına sahip olduğumuz fikri merkez bankası yetkililerine iletildi.
Bu sığınaklar Bizans zamanından beri İstanbul’un altını saran dehlizler, gizli yollar, galeriler, geçitlerdi. Sonunda tam burada, yani Ayasofya’nın altında yer
alan dehlizlerdeki büyük ve geniş galeriler, bu iş için uygun bulundu ve yeniden düzenleme kararı alındı.
Hiçbir düşman ülke uçağının, Ayasofya’yı bombalamayacağı elbette göz önüne alınmıştı. Şu ileride gördüğün büyük çelik kapının ardında uzun koridorlar ve dehlizlerin sonundaki beş büyük galeride tahminim 135 Milyar Türk Lirası civarında para hâlâ mevcuttur. Tabii yeni Türk Lirası. Bu tehdidin, 1988 yılına gelindiğinde ortadan kalktığı gerekçesi ile almanlar sığınakları boşaltmış ve 15 milyar Markı imha etmişlerdi.
Bizimkiler ise tehdidin hâlâ devam ettiğini düşünüyor olacaklar ki Yeni Türk Lirası’nın da yenisini burada saklamaya devam ediyoruz. 1946 yılından beri her yıl bir kez merkez bankasından yetkililer parayı kontrole gelirler. Her bir yetkilinin sadece kendisine
ait olan kısmını bildiği kilit kombinasyonu beş kişinin bir araya gelmesi ile çözülebilir. Birinin olmaması ya da yanlış kilide yanlış şifreyi girmesi, tüm kilit düzeneğini iptal ettiğini duymuştum bir keresinde aralarındaki konuşmalardan.
İki gün iki gece kendilerine ayrılan beş ayrı galeride sayımlarını yapan yetkililer çok ciddi bir şekilde yaparlar işlerini.
Bana düşen ise buranın naçizane bekçiliğidir. Elbette fahri olarak yoksa bugüne kadar ben onları gördüğüm hâlde onlar beni bir kez dahi olsun görmemişlerdir. Varlığımdan da haberleri yoktur ama gördüğün gibi benim her şeyden haberim vardır. Niyesini nasılını sorma.
Bu, Devleti-i Aliyye-i Osmaniyye’nin ve dünyanın efendisi cihandar
yüce padişahımız efendimizin bana bahşettiği bir lûtuftur. Görünmez ama bilinir olmak, görünmez ama bilir olmak. Dersen ki “Ben nasıl görüyorum seni? Çünkü ben sana görünür oldum da ondan. Çünkü seninle bir alışverişimiz vardır. Buraya yıllar sonra düşen her meraklı ile yaptığımız değiş tokuş gibi.”
Zaten, nem ve havasızlıktan zor nefes alabildiğim bu dehlizde, ayakta dimdik duran sır kâtibinin söylediklerini gerçek anlamda nefessiz dinlemiştim. Şimdi ise nasıl bir değiş tokuş, bir alış veriş yapacağımızın merakı ile nefesim iyice daralmıştı. Ne verecektim ki böyle bir insana ve karşılığında ne alacaktım ki böyle bir insandan. Sır kâtibi beni çok merakta bırakmadı ve hemen açıkladı şartları. “İçinde bulunduğun sıkıntıyı biliyorum.
Bunun için sana kitabının en sonuna koyacağın hikâyeyi vereceğim. Bunun karşılığında
da sen bana Osmanlı’nın son müftülerinden, zamanında topraklarımız içinde bulunan Dobriç Müftüsü dedenin, babasına ait el yazması Kuran-ı Kerim’i vereceksin.”
Benim şaka yaptığını düşündüğüm sanırım yüzümdeki ifadeden belli olacak ki “Şaka yapmıyorum”
76