Page 564 - Yaratılış Atlası 3. Cilt
P. 564

G‹R‹fi


























                                irminci yüzyılın insanlık tarihinin en karanlık, en tehlikeli, en çok kan dökülen, insanların en

                                fazla korku ve şiddete maruz kaldığı yüzyıllardan biri olduğu herkesçe bilinmekte ve kabul
                     Y edilmektedir. Hitler, Stalin, Pol Pot, İdi Amin gibi diktatörlerin zalimliğini, milyonlarca insanı
                     nasıl soykırıma uğrattıklarını, Hitler'in kendi halkından dahi kendince "işe yaramaz" gördüğü insanları
                     nasıl gaz odalarında öldürttüğünü; İngiltere'den Almanya'ya, ABD'den İsveç'e kadar birçok Batı ülke-

                     sinde yüz binlerce insanın sadece hasta, sakat veya yaşlı olduğu için nasıl zorla kısırlaştırıldığını veya
                     ölüme terk edildiğini; acımasız rekabet nedeniyle dünyanın her yanında insanların ezildiklerini ve sö-
                     mürüldüklerini; ırkçılığın kimi devletlerin ideolojisi haline geldiğini ve bazı ırkların insan bile sayılma-
                     dığını; Doğu ile Batı, komünist ile kapitalist, sağ ile sol arasında çatışmalar, sıcak ve soğuk savaşlar ya-
                     şandığını; bu nedenle aynı ülke halklarının, hatta kardeşlerin bile birbirlerine düşman hale geldiğini

                     herkes bilmektedir.
                          Ancak çoğu zaman fark edilmeyen, 20. yüzyılı böylesine çalkantıların, karmaşa, savaş ve çatışmala-
                     rın içine iten, insanlar arasında kin ve düşmanlığa sebep olan ideolojik temeldir. Bu ideolojik zeminin

                     temelleri 19. yüzyılda İngiliz ekonomist Thomas Malthus ile atılmıştır. Din ahlakından uzak yaşayan ba-
                     zı insanlar tarafından kabul gören bu çarpık fikri temel, yine bir İngiliz olan sosyolog Herbert Spencer
                     ile güçlendirilmiş ve bir üçüncü İngiliz olan Charles Darwin'in evrim teorisi ile yaygınlaştırılmıştır.
                          Bu üç isim, din ahlakının özelliklerinden olan dayanışma, fedakarlık, yoksulların ve zayıfların ko-
                     runması, tüm insanların eşit sayılması gibi erdemleri tamamen göz ardı ettiler. Bunun yerine hayatın bir

                     mücadele alanı olduğu; zayıf olanların, yoksul olanların, kendilerince "aşağı ırktan" olanların ezilmele-
                     rinin ve hatta yok edilmelerinin meşru olduğu; kıyasıya mücadele sonucunda "en uygun" olanların ha-
                     yatta kalarak diğerlerinin yok olacağı, insanlığın böylece "ilerleyeceği" yalanını ortaya attılar.

                          Charles Darwin, evrim teorisi ile, temeli bencillik olan bu felsefeyi doğa bilimlerine uygulamaya ça-
                     lıştı. Allah'ın doğada var ettiği dayanışma ve yardımlaşma örneklerini göz ardı ederek, sözde tüm can-
                     lıların acımasız bir yaşam mücadelesi sürdürdüklerini öne sürdü. Hatta hiçbir bilimsel delile dayanma-
                     dan, aynı acımasızlığın insan toplumları için de geçerli olduğunu iddia etti. Darwin'in evrim teorisi, top-
                     lumlara uygulandığında ortaya sosyal Darwinizm çıktı.

                          Her ne kadar kimileri sosyal Darwinizm'in 19. yüzyılın ikinci yarısında doğmuş, 20. yüzyılın ilk ya-
                     rısında da etkisini yitirmiş bir sosyal teori olduğunu ileri sürse de, gerçekte bu teorinin toplumların ve
                     bireylerin kültürü üzerindeki olumsuz etkisi çok daha kalıcı ve zarar verici oldu. Hayatın sözde bir "mü-

                     cadele alanı" olduğu, insanın bu mücadeleyi kazanmak ya da en azından bu vahşi ortamda "ayakta kal-
                     mak" için yaşaması gerektiği sapkınlığı, din ahlakına tümüyle aykırı, çarpık bir "dünya görüşü" olarak
                     yaygınlaştı. İnsanlığa felaket getiren yeni yaşam biçimleri ortaya çıkardı. Bu yeni yaşam biçimleri; ko-






                562 Yarat›l›fl Atlas› Cilt 3
   559   560   561   562   563   564   565   566   567   568   569