Page 9 - Risale-i Nur - Lem'alar
P. 9
12 LEM’ALAR
tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten
kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahirî musi-
betler var ki; İlahî birer İhtar, birer İkazdır ve bir kısmı Keffaret-üz
Zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za'fını bildirerek
bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev'i, sâbıkan geçtiği gibi o
kısım, musibet değil, belki bir İltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette
vardır ki: "Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titre-
mesinden günahlar öyle dökülüyor."
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm Münacatında istirahat-ı nefs için Dua
etmemiş, belki Zikr-i Lisanî ve Tefekkür-ü Kalbîye mani olduğu zaman
Ubudiyet için şifa taleb eylemiş. Biz, o Münacat ile -birinci maksadımız-
günahlardan gelen manevî ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî
hastalıklar için Ubudiyete mani' olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat
mu'terizane, müştekiyane bir surette değil, belki mütezellilane ve istim-
dadkârane iltica edilmeli. Madem Onun Rububiyetine razıyız, O Rububiyeti
noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kaza ve Kaderine itirazı işmam eder bir
tarzda "Ah! Of!" edip şekva etmek; bir nevi Kaderi tenkiddir, Rahîmiyetini
ittihamdır. Kaderi tenkid eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden,
Rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal
etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de: Musibete giriftar olan adam,
itirazkârane şekva ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.
İkinci Mes'ele: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük
gördükçe küçülür. Meselâ: Gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona
ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden
arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayd kaldıkça dağılmaları gibi;
maddî musibetlere de büyük nazarıyla ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak
vasıtasıyla o musibet cesedden geçerek Kalbde de kökleşir, bir manevî
musibeti dahi netice verir; ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı,
Kazaya rıza ve Tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi
gibi maddî musibet hafifleşe hafifleşe kökü kesilmiş ağaç gibi kurur gider.
Bu Hakikatı ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey bîçare feryadı, beladan kıl Tevekkül.
Zira feryad bela-ender, hata-ender beladır bil.
Eğer bela vereni buldunsa, safa-ender, atâ-ender beladır bil.
Eğer bulmazsan bütün dünya cefa-ender, fena ender beladır bil.
Cihan dolu bela başında varken, ne bağırırsın küçük bir
beladan, gel Tevekkül kıl!
Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe
küçülür, eder tebeddül.