Page 67 - Risale-i Nur - Sözler
P. 67

ONUNCU SÖZ                                                                                                            69


           gibi, başkalarının nazarıyla yine sevgili Cemâline bakmak için, görünmek
           de ister. Demek, iki vecihle kendi  Cemâline bakmak; biri: Herbiri başka
           başka renkte olan âyinelerde bizzât müşâhede etmek. Diğeri: Müştak olan
           seyirci ve mütehayyir olan istihsancıların müşâhedesi ile müşâhede etmek
           ister.  Demek,  hüsün  ve  Cemâl;  görmek  ve  görünmek  ister.  Görmek,
           görünmek  ise;  müştak  seyirci,  mütehayyir  istihsan  edicilerin  vücûdunu
           ister.  Hüsün  ve  Cemâl,  ebedî  sermedî  olduğundan  müştakların  devam-ı
           vücudlarını ister. Çünki, daimî bir Cemâl ise; zâil bir müştaka râzı olamaz.
           Zira,  dönmemek  üzere  zevale  mahkûm  olan  bir  seyirci,  zevâlin
           tasavvuruyle  muhabbeti  adavete  döner.  Hayreti  istihfafa,  hürmeti  tahkire
           meyleder.  Çünki,  hodgâm  İnsan,  bilmediği  şey’e  düşman  olduğu  gibi,
           yetişmediği şeye’ de zıddır. Halbuki, nihayetsiz bir Muhabbet, hadsiz bir
           Şevk  ve  İstihsan  ile  mukabeleye  lâyık  olan  bir  Cemâle  karşı  zımnen  bir
           adâvet  ve  kin  ve  inkâr  ile  mukabele  eder.  İşte,  kâfir,  Allah'ın  düşmanı
           olduğunun Sırrı bundan anlaşılıyor.

             Mâdem,  o  nihayetsiz  Sehâvet-i  Cûd,  o  misilsiz  Cemâl-i  Hüsün,  o
           kusursuz  Kemâlât;  ebedî  müteşekkirleri,  müştakları,  müstahsinleri  iktiza
           ederler. Halbuki, şu misâfirhane-i dünyada görüyoruz: Herkes çabuk gidip,
           kayboluyor. O sehâvetin İhsanını ancak az bir parça tadar. İştihası açılır.
           Fakat yemez gider. O Cemâl, o Kemâlin dahi ancak biraz ışığına, belki bir
           zaif  gölgesine  bir  anda  bakıp,  doymadan  gider.  Demek,  bir  Seyrangâh-ı
           Daimîye gidiliyor.

             Elhasıl:  Nasılki  şu  Âlem  bütün  mevcûdâtıyla  Sâni-i  Zülcelâl'ine  kat'î
           delâlet eder; Sâni-i Zülcelâl'in de Sıfât ve Esmâ-i Kudsiyyesi, Dâr-ı Âhirete
           delâlet eder ve gösterir ve ister.

             BEŞİNCİ  HAKİKAT:  Bâb-ı  Şefkat  ve  Ubûdiyyet-i Muhammediy-
           yedir (Aleyhissalâtü Vesselâm). İsm-i Mucîb ve Rahîm'in Cilvesidir.

             Hiç mümkün müdür ki: En edna bir hâceti, en edna bir mahlûkundan
           görüp Kemâl-i Şefkatle ummadığı yerden is'âf eden ve en gizli bir sesi, en
           gizli  bir  mahlûkundan  işitip  imdad  eden,  lisan-ı  hâl  ve  kal  ile  istenilen
           herşey’e  icabet  eden  nihayetsiz  bir  Şefkat  ve  bir  Merhamet  Sahibi  bir
           Rab;   en   büyük   bir   Abdinden   (Hâşiye),  en  sevgili  bir  Mahlûkundan

                  ------------------
             (Hâşiye): Evet, binüçyüz elli sene Saltanat süren ve Saltanatı devam eden ve ekser zamanda
           üçyüzelli  milyondan  ziyade  raiyyeti  bulunan  ve  her  gün  bütün  raiyyeti  Onunla  Tecdid-i  Biat
           eden ve Onun Kemalâtına şehâdet eden ve kemâl-i itâatle Evamirine inkıyad
   62   63   64   65   66   67   68   69   70   71   72