Page 65 - Risale-i Nur - Sözler
P. 65

ONUNCU SÖZ                                                                                                                            67


             Hem, istidâd lisanıyle, ihtiyac-ı fıtrî lisanıyle, ıztırar lisanıyle sual edilen
           ve  istenilen  herşey’e  daimî  cevab  vermek;  nihayet  derecede  bir  Adl  ve
           Hikmeti gösteriyor.

             Şimdi hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük
           bir hâcetinin imdadına koşan bir Adâlet ve Hikmet; İnsan gibi en büyük bir
           mahlûkun  Beka  gibi  en  büyük  bir  hâcetini  mühmel  bıraksın!  En  büyük
           istimdadını  ve en  büyük  sualini  cevabsız  bıraksın!  Rubûbiyyetin  Haşme-
           tini, İbâdının hukukunu muhafaza etmekle, muhafaza etmesin! Halbuki, şu
           fâni  dünyada  kısa  bir  hayat  geçiren  İnsan,  öyle  bir  Adâletin  Hakikatına
           mazhar  olamaz  ve  olamıyor.  Belki  bir  Mahkeme-i  Kübrâya  bırakılıyor.
           Zira,  hakikî  Adâlet  ister  ki:  Şu  küçücük  İnsan,  şu  küçüklüğü  nisbetinde
           değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve Vazifesinin
           Azameti  nisbetinde  mükâfat  ve  mücâzat  görsün.  Mâdem,  şu  fâni,  geçici

           dünya; Ebed için Halk olunan İnsan hususunda öyle bir Adâlet ve Hikmete
           mazhariyyetten çok uzaktır... Elbette, âdil olan o Zât-ı Celîl-i Zülcemâl'in
           ve Hakîm olan o Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl'in daimî bir Cehennem'i ve ebedî
           bir Cennet'i bulunacaktır...

             DÖRDÜNCÜ HAKİKAT: Bâb-ı Cûd ve Cemâldir. İsm-i Cevvad ve
                                                           Cemîl'in Cilvesidir.

             Hiç mümkün müdür ki: Nihayetsiz Cûd  ve Sehâvet, tükenmez servet,
           bitmez hazineler, misilsiz sermedî Cemâl, kusursuz ebedî Kemal; bir Dar-ı
           Saadet  ve  mahall-i  ziyafet  içinde  daimî  bulunacak  olan muhtaç  şâkirleri,
           müştak  âyinedarları,  mütehayyir  seyircileri  istemesinler?  Evet,  dünya
           yüzünü  bu  kadar  müzeyyen  masnûâtıyla  süslendirmek,  Ay  ile  Güneşi
           lâmba yapmak, yeryüzünü bir Sofra-i Ni’met ederek mat'ûmatın en güzel
           çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçları birer kab yapmak, her mevsimde
           birçok defalar tecdid etmek; hadsiz bir  Cûd ve Sehâveti gösterir... Böyle
           nihayetsiz bir Cûd ve Sehâvet; öyle tükenmez Hazineler ve Rahmet, hem
           daimî, hem arzu edilen herşey içinde bulunur bir Dâr-ı Ziyafet ve Mahall-i
           Saadet ister. Hem kat'î ister ki: O Ziyafetten telezzüz edenler, o Mahall-i
           Saadette  devam  etsinler,  ebedî  kalsınlar.  Tâ  zeval  ve  firakla  elem
           çekmesinler.  Çünki:  Zeval-i  elem  lezzet  olduğu  gibi,  zeval-i  lezzet  dahi
           elemdir. Öyle Sehâvet, elem çektirmek istemez.

             Demek, ebedî bir Cennet'i,  hem, içinde ebedî muhtaçları ister. Çünki:
           Nihayetsiz  Cûd  ve  Sehâ,  nihayetsiz  İhsan  etmek  ister,  ni’metlendirmek
           ister.  Nihayetsiz  İhsan  ve  ni’metlendirmek  ise,  nihayetsiz  minnettarlık,
           ni’metlenmek  ister.  Bu  ise,  İhsana mazhar olan şahsın devam-ı vücûdunu
   60   61   62   63   64   65   66   67   68   69   70