Page 85 - Risale-i Nur - Sözler
P. 85

ONUNCU SÖZ                                                                                                                            87


             Mâdem  dünya  var.  Ve  dünya  içinde  bu  âsâriyle  Hikmet  ve  İnayet  ve
           Rahmet ve Adâlet var. Elbette, dünyanın vücûdu gibi kat'î olarak Âhiret de
           var.  Mâdem,  dünyada  herşey  bir  cihette  o  Âleme  bakıyor.  Demek  oraya
           gidiliyor.  Âhireti  inkâr  etmek,  dünya  ve  mâfîhâyı  inkâr  etmek  demektir.
           Demek ecel ve kabir İnsanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de İnsanı

           bekliyor ve gözlüyor.

             ONBİRİNCİ HAKİKAT: Bâb-ı İnsâniyyettir. İsm-i Hakk'ın
                                                          Cilvesidir.

             Hiç  mümkün  müdür  ki:  Cenab-ı  Hak  ve  Ma’bud-u  Bilhak;  İnsanı  şu
           Kâinat içinde Rububiyyet-i Mutlakasına ve umum Âlemlere Rububiyyet-i
           Âmmesine karşı en ehemmiyetli bir Abd ve Hitâbât-ı Sübhâniyyesine en
           mütefekkir bir Muhatab ve Mazhariyyet-i Esmâsına en câmi' bir Âyine ve
           onu,  İsm-i  A’zamın  Tecellisine  ve  her  İsimde  bulunan  İsm-i  A’zamlık
           mertebesinin  Tecellisine  mazhar  bir  Ahsen-i  Takvimde  en  güzel  bir
           Mu’cize-i Kudret ve Hazâin-i Rahmetinin müştemilâtını tartmak, tanımak
           için,  en  ziyade  mîzan  ve  âletlere  mâlik  bir  müdakkik  ve  nihayetsiz
           Ni’metlerine en ziyâde muhtaç ve fenâdan en ziyade müteellim ve Bekaya
           en ziyade müştak ve hayvanat içinde en nâzik ve en nâzdar ve en fakir ve
           en  muhtaç  ve  hayat-ı  dünyeviyyece  en  müteellim  ve  en  bedbaht  ve
           istidadça en ulvî ve en yüksek surette, mahiyette yaratsın da onu, müstaid
           olduğu ve müştak olduğu ve lâyık olduğu bir Dâr-ı Ebedî’ye göndermeyip,
           Hakikat-ı İnsaniyyeyi ibtal ederek kendi Hakkaniyyetine taban tabana zıt
           ve Hakikat nazarında çirkin bir haksızlık etsin!

             Hem, hiç kabil midir ki: Hâkim-i Bilhak, Rahîm-i Mutlak; İnsana öyle
           bir  istidad  verip,  yer  ile  gökler  ve  dağlar  tahammülünden  çekindiği
           Emânet-i Kübrayı tahammül edip; yâni küçücük, cüz'î ölçüleriyle, san'at-
           cıklarıyle Hâlikının muhît Sıfatlarını, küllî Şuunâtını, nihayetsiz Tecelliya-
           tını ölçerek bilip; hem, yerde en nâzik, nâzenin, nâzdar, âciz, zaîf yaratıp;
           halbuki bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlûkatına bir nevi tanzîmat
           memuru  yapıp,  onların  Tarz-ı  Tesbihat  ve  İbâdetlerine  müdâhale  ettirip
           Kâinattaki  İcraat-ı  İlâhiyyeye,  küçücük  mikyasta  bir  temsil  gösterip,
           Rububiyyet-i  Sübhâniyyeyi  fiilen  ve  kalen  Kâinatta  ilân  ettirmek,
           Meleklerine  tercih  edip  Hilâfet  Rütbesini  verdiği  halde;  ona,  bütün  bu
           Vazifelerinin  Gayesi  ve  Neticesi  ve  Semeresi  olan  Saadet-i  Ebediyyeyi
           vermesin! Onu, bütün mahlûkatının en bedbaht, en bîçâre, en musibetzede,
           en dertmend, en zelil bir derekeye atıp; en mübarek, nuranî ve âlet-i tes'id
           bir  Hediye - i  Hikmeti  olan  Aklı;  o  bîçareye   en   meş'um   ve   zulmanî
           bir    âlet - i   tâzib    yapıp,    Hikmet - i   Mutlakasına    büsbütün    zıt    ve
   80   81   82   83   84   85   86   87   88   89   90