Page 10 - Münip E-Book
P. 10

şehre, bu caddeye, bu kahvenin köşesindeki bu masaya   İstanbul’da kalmak istese de, nedeni bilinmez kötü
             bağlayan şey belki de yalnızca hatıralardı. Mütevazı ol-  bir his çöktü içine. Eşyalarını toparlamaya başladı, ro-
             mayan bir hatıra, hatra düştüğü vakit tüm hatrı kuşatıp,   manının taslağını itinayla valizine yerleştirirken yüzü
             kanatmaya yetiyordu. Bizans, Osmanlı, İstanbul baha-  gülüyordu. Pencerenin altına İstanbul’u gezerken çek-
             neydi sadece.                                tiği fotoğrafları koymuştu, o fotoğrafları da valize yer-
                                                          leştirdi. Bir fotoğraf vardı ki çektiği tüm fotoğrafların
             Başka  şeyler  düşünmeye  çalıştı, bir  cümle  tılsımlı  bir   özeti niteliğindeydi.
             cümle arıyordu romanına başlamak için.
                                                          Başlarında fes onlarca çocuk poz vermişlerdi. Fotoğ-
             Koltuğunun altından eksik etmediği Fransız gazetele-  rafa uzun uzun baktı, bu kare İstanbul’du, poz veren
             rini bugün iki kez hatmetmiş olmasına rağmen bir kez   çocukların her biri İstanbul’un bir yüzyılı gibiydi ve
             daha göz attı, kestikçe uzayan geçmişin sarmaşıklarını   daha önce gittiği ülkelerdeki çocukların yüzünü göz-
             yok etmek için muvaffak olamadı. Hesabı isteyip bu   lerinin önüne getirdiğinde bu yüzlerdeki kifayetsizli-
             meşhur caddeyi arşınlamaya başladı.          ğin diğerlerinden farklı olduğunu düşündü. Fotoğrafı,
                                                          diğerlerinden ayrı bir yere koydu. Küçükayasofya’nın
             Osmanlılar Cadde-i Kebîr koymuşlardı adını bu cadde-
             nin, büyük cadde demekti. Kanuni ile en parlak devrini   denize nazır penceresinden İstanbul’u seyretti son kez.
             yaşarken bile bu çevre hep Avrupalıların etkisinde kal-  Purosunu yaktı…
             mıştı, eski meyhaneler, eğlence yerleri, hep buralarday-  Otelden ayrılırken yanında iki valiz vardı. Birine yazdı-
             dı. Avrupa’dan gelen seyyahlar bu çevrede zaman geçi-  ğı yüzlerce sayfayı doldurmuştu. Elini valizin kumaşına
             rir, hatta sur içinden Müslüman ahalinin içinden bazı   götürüp yazdıklarının sıcaklığı hissetti, tebessüm yayıldı
             kimseler tebdil-i kıyafet yine buraya gelirlerdi.  sakallarından arta kalan yüzüne. Tünelden Karaköy’e
                                                          geçip bir daha dönmemek üzere bu şehri terk ediyordu.
             Üç dört ay Cadde-i Kebir’i arşınlayarak geçirdi. O sıra-  İngiliz askerlerinin bağıra çağıra söyledikleri marşa ben-
             lar hem dünya hem de kaldığı şehrin gerçek sahibi olan   zeyen bir ses geldi kulaklarına Cadde-i Kebir’in başın-
             toplumun siyasetinde de çok önemli gelişmeler olmuş-  dan. Sese doğru koşar adımlarla yürüdü, bir grup Türk
             tu. İşgal güçleri peyderpey İstanbul’u terk ediyorlardı.   askeri Cadde-i Kebir yazan tabelayı sökerken başka bir
             Onları çiçeklerle karşılayan bazı aileler de telaşla ken-  grup asker, marşa benzer bir şeyler söylüyorlardı. Yıllar
             dilerini bir Avrupa ülkesine atıyorlardı. Türkler, Batı-  önce İngiliz askerlerini karşılayan insanların ellerindeki
             lılarla yaptıkları savaşın galibi olmuşlardı. İstanbul’un   kırmızı çiçeklerle aynı renk olan bir bayrak vardı insan-
             her yeri Türk askerleri, Türk bayraklarıyla dolmuştu.   ların ellerinde. Marş bittikten sonra sökülen tabelanın
             Eylülün sonlarıydı, romanının büyük bir bölümünü   yerine başka bir tabela yerleştirildi. Esmer, elmacık ke-
             bitirmişti. İşgal altında olan bir ülkenin insanlarının   mikleri belirgin bir asker dudakları arasına sıkıştırdığı
             uyuşukluğunu, sessizliğini anlatan bir roman yazmaya   çivileri sırayla çakıyordu. Duvarın bağrına giren çivi-
             karar vermişti. Bu romanın merkezi Osmanlı’dan kalan   lerden çıkan ses, aynı zamanda caddenin yeni ismiydi.
             İstanbul’du. İstanbul’u Doğu toplumlarının cehaletini,   Zorlukla okudu…
             uyuşukluğunu anlatmak için bir sembol olarak kullan-
             mıştı. Her ne kadar savaşı kazanan taraf Türkler olsa da   İstiklal Caddesi…
             bu durumun uzun sürmeyeceği kanısındaydı. Her za-  Hemen ceketimin cebinden çıkardığı lügatte istiklal ke-
             man oturduğu kafede pek bir değişiklik yoktu, kahvesi   limesinin mânâsına baktı.
             hala aynı sertlikte, kahvenin telvesi hala aynı renkteydi.
             Koyu kahve…                                  Başını kaldırdığında tabelânın yanına bir de bayrak asıl-
                                                          mıştı. Coşkuyla bağıran insanların yüzlerine baktı, daha
             Kaldığı otele girer girmez otelin sahibi telaşla yanına   önce hiç görmediği kadar parlak gözlerdi bunlar. Bu in-
             sokulup bozuk bir İngilizce ile hesabını kapatmasını   sanlar, en büyük caddelerine “Özgürlük” anlamına gelen
             istedi. Oteli başkasına satmış, İstanbul’u terk eden di-  ‘İstiklal’ ismini uygun bulmuşlardı. Birkaç adım yürü-
             ğer aileler gibi Avrupa’nın herhangi bir ülkesine göç   yüp köşedeki kaldırıma koydu valizini, içinden çıkardığı
             edeceğini söyledikten sonra, titreyen bir sesle “Türk-  bir tomar kağıdı çöpe attı.
             ler, bizi kesecek bayım, aklınız varsa siz de hemen
             kaçın.” dedi. Romanını tamamlamak için biraz daha   Tünel’e doğru yürüdü.

          8            2021/1
   5   6   7   8   9   10   11   12   13   14   15