Page 45 - Risale-i Nur - Mesnevi-i Nuriye
P. 45
48 MESNEVÎ-Î NURİYE
Ve keza görüyoruz ki: Sâni'-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî, şu
inhidama meyyal menzillerde ve zevale mahkûm meydanlarda öyle bir
Hikmet-i Bahirenin ve bir İnayet-i Zahirenin ve bir Adalet-i Âliyenin
ve bir Merhamet-i Câmianın âsârını izhar ediyor ki, Kalbi
paslanmamış, gözü kör olmamış bir insan, aynelyakîn ile anlar ki, o
Hikmetten daha ekmel bir Hikmet olamaz. Ve o âsârı görünen
İnayetten daha ecmel bir İnayet kabil değil. Ve emaratı görünen
Adaletten daha ecell bir Adalet yoktur. Ve o semeratı görünen
Merhametten daha eşmel bir Merhamet tasavvur edilemez. Öyle ise, o
Sultanın memleketinde Daimî Mekânlar, Sabit Meskenler, Daimî ve
Mukim Sâkinler bulunmazsa, şu görünen Hikmet, İnayet, Merhamet ve
Adaletin, kalb ve fikir sahiblerince inkârları lâzım gelir. Ve aynı
zamanda o Ef'al-i Hakîmane Sahibinin, -hâşâ- sefih, zalim olmasını
istilzam eder. Bu ise, Hakikatı zıddına Kalbeden bir muhaldir.
Ey sözlerimi dinleyen arkadaş! Haşrin vücuduna ve vukuuna
dair delillerin, şu zikredilen kısma, emarelere münhasır olduğunu
zannetme. Kur'an-ı Kerim'in gösterdiği gayr-ı mütenahî emarelerden
istihrac edilen Hakikat şudur ki: Hâlıkımız, şu muvakkat dünya
meşherlerinde daimî olan Rububiyetinin Sabit Karargâhına bizleri
nakledecektir. Ve bu seyyal memleketi Sermedî bir Memlekete
tebdil edecektir. Ve yine zannetme ki, Haşir ve Âhireti iktiza eden,
Esma-i Hüsnadan yalnız "Hakîm, Kerim, Rahîm, Âdil, Hafîz"
İsimleridir. Belki Kâinatın tedbiriyle alâkadar olan her bir İsim,
Âhiret ve Haşri iktiza eder.
Hülâsa: Haşir mes'elesi öyle bir Hakikattır ki, Celaliyle,
Cemaliyle, Esmasıyla Hâlık-ı Zîşan, bütün Kütüb-ü Semaviye ile
Enbiya ve Evliya ve Asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur'an-ı
Mu'ciz-ül Beyan ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (A.S.M.) -
Ekmel-ül Halk ve Eşref-ül İnsan- Haşrin geleceğine ittifakla hükmet-
tikleri gibi, şu Kâinat dahi, bütün Âyâtıyla ve Kelimatıyla Haşrin
Vücud ve İcadına şehadet ediyor. Hattâ her bir cüz'ün, cüz'î olsun küllî
olsun, cüz' olsun küll olsun, iki vechi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar,
Vahdaniyete delalet eder. Diğer vecihle de Âhirete nâzırdır ki, Haşrin,
Âhiretin vücudlarını ister.
Meselâ: Bir insan kendi vücuduyla, Hüsn-ü San'atıyla Sâni'in
Vücub-u Vücuduna ve Vahdetine delalet ettiği gibi; âmâl ve istidad-