Page 634 - Risale-i Nur - Şualar
P. 634

636                                                                                                                                    ŞUÂLAR


          ile ve kat'î Bürhanlarla Hâlıkını  İlmelyakîn ve Aynelyakîn bildiği  gibi; o
          aynı seyyah asırlarda ve Arz ve Semavat tabakalarında Aklıyla, Kalbiyle,
          Hayaliyle gezen yorulmaz, tok olmaz, bütün dünyayı bir şehir gibi görüp,
          teftiş ederek, kâh Kur'an Hikmetine, kâh felsefe hikmetine Aklını bindirip
          geniş  hayal  dûrbîniyle  en  uzak  tabakalara  bakarak,  Hakikatları  vaki'de
          olduğu gibi görmüş, bizlere Âyet-ül Kübra'da kısmen haber vermiş.

              İşte şimdi biz, o Ayn-ı Hakikat ve bir temsil manasında olan seyahat-ı
          hayaliyesiyle girdiği pekçok Âlemler ve tabakalardan nümune için yalnız
          üç  tabakasını,  Fatiha  âhirindeki  muvazenenin  yalnız  kuvve-i  akliye
          cihetinde bir misalini, gayet muhtasar beyan edeceğiz. Sair meşhudatını ve
          muvazenelerini, Risale-i Nur'un muvazenelerine havale ederiz.

              Birinci nümune şöyle: O, dünyaya sırf Hâlıkını tanımak, bulmak için
          gelen seyyah, Aklına dedi: "Biz, herşeyden Hâlıkımızı sorduk, güzel, tam
          cevab aldık. Şimdi "Güneş'i güneşten sormak lâzım" darb-ı meseli gibi, biz
          dahi Hâlıkımızı, "İlim" ve "İrade" ve "Kudret" gibi Kudsî Sıfatlarının
          Tecellileriyle  ve  meşhud  eserleriyle  ve  İsimlerinin  Cilveleriyle  tanımak,
          bulmak için bir seyahat daha yapacağız." diye dünyaya girdi. Ve ikinci bir
          cereyan olan ehl-i dalalet gibi birden küre-i arz sefinesine bindi. Hikmet-i
          Kur'aniyeye  tâbi'  olmayan  fen  ve  felsefe  gözlüğünü  taktı.  Ve  Kur'an
          okumayan  coğrafya  fenninin  proğramıyla  baktı,  gördü  ki:  Nihayetsiz  bir
          boşlukta,  bir  senede  yirmidört  bin  senelik  bir  dairede,  top  güllesinden
          yetmiş  defa  sür'atli  bir  hareketle  gezer.  Yüzbinler  nevi  bîçare,  âciz
          Zîhayatları  içine  almış.  Eğer  bir  dakika  yolunu  şaşırsa  veya  bir  serseri
          yıldıza  çarpsa,  parçalanarak  hadsiz  fezada  sukut  ile,  bütün  o  bîçare
          Zîhayatları ademe, hiçliğe boşaltacak, dökecek diye anladı.

                                      ِ
                 ۪
                               ِ

               ي
                   ا اضلا َل  و  مهيَلع  بو   ض   غمْلا      ِيَغ  cereyanının  dehşetli  manevî
                 ل
                   َّ
                                          ْ َ ُ
               َ
                           َ ْ ْ َ
                                                 ْ
                               ِ
                       ِ

          musibetini,    جُل ر   حب ف تامُلُظ   َك وَا   in boğucu karanlığını hissederek
                                    َ
                           ْ َ
                                          ْ


              "Eyvah!  Ne  yaptık?  Bu  dehşetli  gemiye  neden  bindik?  Bundan
          kurtulmak   çaresi   nedir?"   diye   o   kör   felsefenin   gözlüğünü   kırdı,
   629   630   631   632   633   634   635   636   637   638   639