Page 64 - Risale-i Nur - Şualar
P. 64

66                                                                                                                                    ŞUÂLAR


          taamlarına  birer  kap  ve  bir  Rezzak-ı  Rahîm'in  küllî  ve  cüz'î  İhsanat
          mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle bir Ganiyy-i Mutlak'ın
          Abdisin. Abdiyetine şuurun varsa, senin elîm fakrın leziz bir iştiha olur."
          Ben de o Dersimi aldım. Nefsimle beraber "Evet evet, doğrudur." deyip

                                  ِ
                            ۪

          mütevekkilane  ٌليك ٌ وْلاٌمعنوٌٌللّاٌانبسح   dedim.
                         ه
                                َ ْ َ ه ٰ
                                               َ
                             َ
                                           َ ه ْ

              ÜÇÜNCÜ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE: Ben o gurbetler
          ve hastalıklar ve mazlumiyetlerin tazyikiyle dünyadan alâkamı kesilmiş
          bularak,  ebedî  bir  dünyada  ve  bâki  bir  memlekette  daimî  bir  Saadete
          namzed olduğumu İman telkin ettiği hengâmda "of! of!"tan vazgeçtim,
          "oh!  oh!"  dedim.  Fakat  bu  Gaye-i  Hayal  ve  Hedef-i  Ruh  ve  Netice-i
          Fıtratın tahakkuku, ancak ve ancak bütün mahlukatın bütün harekât ve
          sekenatlarını ve ahval ve a'mallerini, kavlen ve fiilen bilen ve kaydeden
          ve bu küçücük ve âciz-i mutlak olan  İnsanı  kendine dost ve muhatab
          eden ve bütün mahlukat üstünde bir makam veren bir Kadîr-i Mutlak'ın
          hadsiz Kudretiyle ve İnsana nihayetsiz İnayet ve ehemmiyet vermesiyle
          olabilir, diye düşünüp bu iki noktada; yani böyle bir Kudretin Faaliyeti
          ve  zahiren  bu  ehemmiyetsiz  İnsanın  hakikatlı  ehemmiyeti  hakkında
          İmanın   inkişafını  ve  Kalbin  itminanı  veren  bir  izah  istedim. Yine o
          Âyete müracaat ettim; dedi ki:   انبسح daki  ان ya dikkat edib, senin ile
                                        ٌ
                                                     ٌ
                                                       َ
                                              َ
                                          َ ه ْ
          beraber lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile kimler   انبسح  yı söylüyorlar, din-
                                                    ٌ
                                                     َ ه ْ  َ
          le!" emretti.

              Birden baktım ki, hadsiz kuşlar ve kuşçuklar ve sinekler ve hesab-
          sız  hayvanlar  ve  hayvancıklar  ve  nihayetsiz  nebatlar,  yeşilcikler  ve
          gayetsiz   ağaçlar   ve   ağaççıklar   dahi    benim    gibi    lisan-ı hal    ile
                    ِ
            ٌليك ۪  ٌ وْلاٌمعنو ٌ ٌللّاٌانبسح  in   manasını   yâdediyorlar   ve  yâda  getiri-
           ه
                        ه ٰ
                                 َ
                  َ ْ َ
               َ
                             َ ه ْ
          yorlar ki; bütün şerait-i hayatiyelerini tekeffül eden öyle bir vekilleri var
          ki,  birbirine  benzeyen  ve  maddeleri  bir  olan  yumurtalar  ve  birbirinin
          misli gibi katreler ve birbirinin aynı gibi habbeler ve birbirine müşabih
          çekirdeklerden  kuşların  yüzbin  çeşitlerini  ve  hayvanların  yüzbin
          tarzlarını, nebatatın yüzbin nev'ini, ağaçların
   59   60   61   62   63   64   65   66   67   68   69