Page 393 - Risale-i Nur - Mektubat
P. 393

YİRMİDOKUZUNCU  MEKTUB –  BİRİNCİ  KISIM                                       395


          ve  vüs'atli  bir  Makamdan,  gayet  kesretli  ve  muhtelif  ve  ehemmiyetli
          Muhatabından, nihayetsiz Azamet ve Celal Sahibi Mütekellim-i Ezelî'den
          ve Makam-ı Mahbubiyet-i Uzma Sahibi Tercüman-ı Âlîşanından aldığı bir
          Kuvvet-i  Ulviyet,  Cezalet  ve  Belâgat  içinde;  parlak,  hem  pek  parlak  bir
          Nur-u İ'cazı içinde gördüm. O vakit, değil umum Kur'an; ya bir Sure, yahut
          bir    Âyet,    belki    herbir    Kelimesi    birer    Mu’cize    hükmüne   geçti:
            ْ ٰارقن       ُ  ْ ِ نا ْ ْ و ْ  لا        ُ  ْ  ِ ِ  ْح ْ م ْ د ْ ْ للّ ْ ْ ع ٰ ل ْ ْ ن ْ ِرو ا ْ   لا ي ْ م      ُ ٰ    ْ  ل ا dedim.  O  Ayn-ı Hakikat  olan  hayalden "
          ْ دبعن ْ " ن 'una girdiğim gibi çıktım ve anladım ki: Kur'anın  değil  Âyetleri,
          ُ ُ

                                 ب
                                 ْ
                               د
          Kelimeleri,   belki ن -u  ْع     ُ ُ  ْ ن  gibi  bazı  Harfleri  dahi  mühim Hakikatların
                               ْ
          Nurlu Anahtarlarıdır.
                 Kalb ve Hayal, o Nun-u  ْعْبْد      ُ ُ  ْ ن 'den çıktıktan sonra, Akıl karşılarına
          çıktı, dedi: "Ben de hisse isterim. Sizin gibi uçamam. Ayaklarım delildir,
                           ْ
                           ب
                          ْ
          hüccettir.   Aynı   ْعن ve   ْعْين     ْ ت ْ  ن de,  Mabud  ve  Müstean   olan   Hâlık'a
                          د
                                 ُ ُ
                                        ُ

          giden  yolu  göstermek  lâzımdır  ki,  sizin  ile  gelebileyim."  O  vakit  Kalbe
          şöyle geldi ki: De o mütehayyir Akla:

             Bak  Kâinattaki  bütün  mevcudata;  zîhayat  olsun,  camid  olsun,
          Kemal-i İtaat ve İntizam ile Vazife suretinde Ubudiyetleri var. Bir kıs-
          mı  şuursuz,  hissiz  oldukları  halde,  gayet  şuurkârane,  intizamper-
          verane ve ubudiyetkârane vazife görüyorlar. Demek bir Mabud-u Bil-
          hak ve bir Âmir-i Mutlak vardır ki, bunları İbadete sevkedib istihdam
          ediyor.

             Hem  bak,  bütün  mevcudata,  hususan  zîhayat  olanlara..  herbirinin
          gayet kesretli ve gayet mütenevvi' ihtiyacatı var ve Vücud ve Bekasına
          lâzım  pek  kesretli,  muhtelif  matlubları  var;  en  küçüğüne  elleri
          ulaşmaz, kudretleri yetişmez. Halbuki o hadsiz matlabları, ummadığı
          yerden,  vakt-i  münasibde,  muntazaman  onların  ellerine  veriliyor  ve
          bilmüşahede görünüyor...

            İşte şu mevcudatın bu hadsiz fakr ve ihtiyacatı ve bu fevkalâde İanat-
          ı Gaybiye ve İmdadat-ı Rahmaniye bilbedahe gösterir ki: Bir Ganiyy-i
          Mutlak  ve  Kerim-i  Mutlak  ve  Kadîr-i  Mutlak  olan  bir  Hâmi  ve
          Râzıkları  vardır  ki,  herşey  ve her zîhayat Ondan istiane eder, meded
          bekliyor. Manen   ْعْين    ْ تن  ْ ْ    َّ  ِ ْ ا ْ ي  كا  der. O vakit Akıl,  ْنقَّد  ْ ْ ص  ْ وْا ْ ن ْ مٰاdedi.
                                                        ا

                                ُ
                                                                     َّ


                 Y e d i n c i   N ü k t e : Sonra o halde
                                   ِ
                                                     ِ
            ِ  ْ ي ْ ه ْ م  ْ  لع ْت  ْ ع ْ م              ْ ن اْن     ا ْ َّل ْ ذ ي  ْ ط ا ْ رص     ي ْ م ْ  ْ قت  ُ    ا ْ  ل ْ م ْ س  ْ طا ْ رص       ِ ِ  ْ ا ْ ه ْ د ْ ن ا ْ ا ل    dediğim    vakit,
   388   389   390   391   392   393   394   395   396   397   398