Page 264 - Risale-i Nur - Barla Lahikası
P. 264
266 YİRMİYEDİNCİ MEKTUBDAN
kudret nakışlarına bakar, gayet aşk ve şevk ile sever, dakik Tefekkürü
kısmen bırakır ve Aşka yapışır. Fakat görür ki, her gün o sevimli
nakışlar, tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği ve perestiş ettiği o
mahbublar gayb oluyor, zeval buluyor.
O adam kendine teselli vermek ve Aklına sığıştırmadığı Vahdet-i
Hakikiye ile, Rububiyet-i Mutlaka ve Ehadiyet-i Zâtıyla Hallakıyet-i
Külliyeye mâlik bir Nakkaşın bir Nakş-ı San'atıdır demek lâzım
gelirken; o itikad yerine, bu tavus kuşundaki Ruh o kadar âlîdir ki, onun
sâni'i onun içindedir veya o O olmuş, hem o Ruh vücuduyla müttehid ve
vücudu ise suret-i zahiriyle mümteziç olduğundan o Ruhun kemali ve o
vücudun yüksekliği bu cilveleri böyle gösterir, her dakika başka bir
nakşı ve ayrı bir hüsnü izhar eder, hakikî ihtiyarıyla bir İcad değil, belki
bir cilvedir, bir tezahürdür.
Diğer adam der ki: Bu mizanlı ve nizamlı gayet san'atkârane
nakışlar, kat'î bir surette bir İrade ve İhtiyar ve Kasd ve Meşiet iktiza
eder. İradesiz bir cilve, ihtiyarsız bir tezahür olamaz. Evet tavusun
mahiyeti güzel ve yüksektir. Fakat onun mahiyeti fâil olamaz, belki
münfaildir. Fâili ile hiçbir cihetle ittihad edemez. Ruhu güzel ve âlîdir,
fakat mûcid ve mutasarrıf değil, belki ancak mazhar ve medardır. Çünki
herbir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir Hikmetle bir San'at ve
nihayetsiz bir Kudretle bir nakş-ı zînet görünüyor. Bu ise iradesiz,
ihtiyarsız olamaz.
Bu Kemal-i Kudret içinde Kemal-i Hikmeti ve Kemal-i Hikmet
içinde Kemal-i Rububiyeti ve Merhameti gösteren san'atlar; cilve milve
işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde olamaz, onunla ittihad
edemez. Belki yalnız o defter, o kâtibin yazı kaleminin ucu ile teması
var; öyle ise o Kâinat denilen misalî tavusun hârikulâde zînetleri, tavus
Hâlıkının yaldızlı bir Mektubudur.
İşte şimdi tavusa bak, o Mektubu oku. Kâtibe
للّٰ
ا
ناحبس, للّٰا َكرابت, للّٰا َ ه ش ٓ ا ء م ا de. Mektubu Kâtib zanneden veya
َ َ َ
ه
َ َ
ه
ُ
َ َ ْ ُ
Kâtibi Mektub içinde tahayyül eden veya Mektubu hayal tevehhüm
eden, elbette aklını Aşk perdesinde saklamış, Hakikatın hakikî suretini
görmemiş.
Vahdet-ül Vücud meşrebine sebebiyet veren Aşkın enva'ından
en mühim sebeb, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan aşk-ı dünya, Aşk-ı
Hakikîye inkılab ettiği zaman, vahdet-i vücuda inkılab eder. Nasılki