Page 161 - 014 IMAN VE KUFUR MUVAZENELERI YENI.indd
P. 161

OTUZUNCU  SÖZ                                                       161





                   Hem, Onuncu Söz’de isbât edildiği gibi, Cenâb-ı Hak, bütün
                esmâsıyla ve kâinât bütün hakàikıyla ve silsile-i nübüvvet, bütün
                tahkîkatıyla ve kütüb-ü semâviye, bütün âyâtıyla gösterdikleri ha-
                şir ve âhiret kapısını bulmayıp, haşri nefyedip, ervâhlara bir ezeli-
                yet isnâd etmişler.

                   İşte bu hurâfâtlara sâir mes'elelerini kıyâs edebilirsin. Evet
                şeytanlar, güyâ ene’nin gaga ve pençesiyle, dinsiz feylesoflarının
                akıllarını havaya kaldırıp, dalâlet derelerine atıp dağıtmıştır.
                   Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tâğutlardandır.

                                                            َ
                     ْ
                                                            ّ
                                                                    ْ
                                          ٰ
                         َ
                                      َ
                ِةَوْ        َ  ْ َ  ْ  ا ِ  َ  ِ ّ     ْ ِ ْ  َو  ِ ت ُ       ْ ُ  َ  ْ َ َ  ﴿
                                                   ُ
                   ُ ِ
                                            ِ
                                                               ِ
                                                                ٰ ْ
                                           ٰ
                                                            َ
                                                 َ
                          ﴾   ۪ َ     ۪   َ    ّ  اَو  َ   َم  َ  ِ ْ ا     ْ   ا
                              ٌ
                                    ٌ
                                                                  ُ
                                          ُ
                   Geçen hakikati tenvir edecek bir seyahat-ı hayâliye sûretinde
                nîm-manzûm olarak “ Lemeât ”da yazdığım bir vâkıa-i misâliyenin
                meâlini şurada zikretmeğe münâsebet geldi. Şöyle ki:
                   Bu risalenin te'lifinden sekiz sene evvel, İstanbul’da Ramazan-ı
                Şerîf ’te, meslek-i felsefe ile münâsebette bulunan Eski Said’in
                Yeni Said’e inkılâb edeceği bir hengâmdadır ki, Fâtiha-i Şerîfe’nin
                âhirinde:
                                                              َ
                                   ْ
                                                              ّ َ
                       َ
                                                        َ
                                              َ
                   ْ  ْ  َ  ب  ُ  ْ َ  ا  ْ َ  ْ  ْ  َ   َ  ْ َ ْ ا َ   ۪   ا طاَ   ﴿
                                                                      ِ
                           ِ
                                            ِ
                    ِ
                                      ِ
                                                ٓ
                                              ّ َ
                                                      َ
                                       ﴾  َ  ۪   ّ   ا  َو
                ile işâret ettiği üç mesleği düşünürken şöyle bir vâkıa-i hayâliye,
                bir hâdise-i misâliye, rüyaya benzer bir hâdise gördüm ki:
                   Kendimi, bir sahrâ-yı azîmede görüyorum. Bütün zeminin yü-
                zünü karanlıklı, sıkıcı ve boğucu bir bulut tabakası kaplamış. Ne
                nesîm var, ne ziyâ, ne âb-ı hayat.. hiçbirisi bulunmuyor. Her ta-
                rafı canavarlar, muzır ve muvahhiş mahlûklarla dolu olduğunu
   156   157   158   159   160   161   162   163   164   165   166