Page 661 - Yaratılış Atlası 2. Cilt
P. 661
Harun Yahya
farklı bir şey değildir.
Gerçek ise, söz konusu canlıların her birinin, yaşadıkları ortama göre en uygun biçimlerde yaratıl-
mış olduklarıdır. Bu kusursuz canlıları mutasyonlarla veya daha da basit Lamarckçı hikayelerle açıkla-
maya çalışmak, akıl dışıdır. Canlılıktaki her özellik gibi, söz konusu canlıların mükemmel sistemleri de
bu canlıları Allah'ın yaratmış olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Deniz Memelilerinin Kendi ‹çindeki
Evrimi Senaryosunun Açmazlar›
Bu noktaya kadar, deniz memelilerinin kara canlılarından evrimleştiği yönündeki evrimci senaryo-
nun geçersizliğini inceledik. Bilimsel bulgular, evrimcilerin bu senaryonun başlangıcına yerleştirdiği iki
kara memelisi (Pakicetus ve Ambulocetus) ile deniz memelileri arasında hiçbir bağ bulunmadığını göster-
mektedir. Peki senaryonun geri kalan kısmı?
Bu konuda da evrim teorisi yine açmazdadır. Teori, bilimsel sınıflamada Archaeocetea (arkaik, yani
eski balinalar) olarak bilinen soyu tükenmiş özgün deniz memelileri ile yaşayan balina ve yunuslar ara-
sında bir akrabalık ilişkisi kurma çabasındadır. Oysa gerçekte konunun uzmanları farklı düşünmekte-
dirler. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl şöyle yazar:
Bu Archaeocetealar'ın kıvrak formdaki vücutları ve kendilerine özgü testere dişleri, bunların muhtemelen
herhangi bir günümüz balinasının atası olamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. 131
Deniz memelilerinin kökeni konusundaki evrimci senaryo, moleküler biyolojinin bulguları açısın-
dan da çıkmaz içindedir. Klasik evrimci senaryo, balinaların iki büyük grubunun, yani dişli balinaların
(Odontoceti) ve balenli balinaların (Mysticeti) ortak bir atadan evrimleştiğini varsayar. Ama Brüksel Üni-
versitesi'nden Michel Milinkovitch yeni bir teoriyle bu görüşe karşı çıkmış, anatomik benzerliğe göre
kurulan söz konusu varsayımın moleküler bulgular tarafından çürütüldüğünü şöyle vurgulamıştır:
Cetaceanlar'ın (balinaların) büyük grupları arasındaki evrimsel ilişkiler, morfolojik ve moleküler analizlerin
çok farklı sonuçlara varması nedeniyle, daha da problemlidir. Morfolojik ve davranışsal bulgu bütünlerine
bakılarak yapılan geleneksel yorumlama, ekolokasyona sahip dişli balinaların (yaklaşık 67 tür) ve filtre sis-
temiyle beslenen balen balinaların (10 tür) iki ayrı monofilotik (kendi içinde tek kökenden gelen) grup oldu-
ğunu varsayar… Öte yandan, DNA üzerinde yapılan filogenetik (evrimsel akrabalık) anazlileri… ve amino
asit karşılaştırmaları… uzun zamandır kabul edilen bu sınıflandırmayla çelişmektedir. Dişli balinaların bir
grubu, yani sperm balinaları, morfolojik yönden kendilerinden oldukça uzak olan balen balinalarına diğer
odontocetlerden (dişli balinalardan) daha yakın gözükmektedirler. 132
Kısacası, deniz memelileri, yerleştirilmek istendiği hayali evrim şemalarının her birine isyan etmek-
tedirler.
Deniz memelilerinin kökeni konusundaki evrimci propagandada bir kez daha ortaya çıktığı gibi, or-
tada gerçek kanıtlara dayanan bir evrim süreci değil, evrim teorisine göre bir şemaya yerleştirilmeye ça-
lışılan, ama bir türlü bu şemaya uygun gelmeyen kanıtlar vardır.
Kanıtların ön yargısız incelenmesiyle ortaya çıkan sonuç ise, tarihteki farklı canlı gruplarının, birbir-
lerinden bağımsız olarak, aniden ortaya çıktıklarıdır. Bu da, tüm canlıların yaratılmış oldukları gerçeği-
nin bilimsel bir kanıtıdır.
Memeliler evrim basamaklarının en üst kısmında yer alan canlılar olarak kabul edilirler. Durum bu
iken, öncelikle bu canlıların neden deniz ortamına geçtiklerinin açıklanması çok güçtür. Bir sonraki so-
ru ise, bu canlıların deniz ortamına nasıl olup da balıklardan bile daha iyi adapte olduklarıdır. Çünkü
katil balinalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıyla akciğerli canlılar, suda solunum yapan balıklardan
bile daha mükemmel bir şekilde yaşadıkları ortama uyum göstermektedirler.
Deniz memelilerinin hayali evriminin mutasyon ve doğal seleksiyon aracılığıyla açıklanamayacağı
son derece açıktır. GEO dergisinde yayınlanan bir makale, deniz memelilerinden mavi balinanın köke-
ninden söz ederken, Darwinizm'in bu konudaki çaresizliğini şöyle ifade eder:
Adnan Oktar 659