Page 659 - Yaratılış Atlası 2. Cilt
P. 659

Harun Yahya






             alır. Evrimciler bunların "körelmiş bacaklar" olduğu iddiasındadır. Oysa söz konusu kemikler Basilosau-
             rus'ta "çiftleşme konumunu almaya yardımcı olmakta", kaşalotta ise "üreme organlarına destek olmak-
             ta"dır. 127  Zaten oldukça önemli bir fonksiyon üstlenmiş olan iskelet parçalarını, bir başka fonksiyonun
             "körelmiş organı" olarak tanımlamak, evrimci ön yargıdan başka bir şey değildir.

                 Sonuçta, deniz memelilerinin, kara memelileri ile aralarında bir "ara form" olmadan, özgün yapıla-
             rıyla ortaya çıktıkları gerçeği değişmemiştir. Ortada bir evrim zinciri yoktur. Robert Carroll, bu gerçeği
             istemeden ve evrimci bir dille de olsa, şöyle kabul eder: "Doğrudan balinalara uzanan bir mesonychid
             çizgisi tanımlamak mümkün değildir."          128  Balinalar konusunda ünlü bir uzman olan Rus bilim adamı G.

             A. Mchedlidze de, bir evrimci olmasına karşın, Pakicetus, Ambulocetus natans ve benzeri dört ayaklı "ba-
             lina atası adayları"nın bu şekilde tanımlanmasına katılmamakta ve onları tamamen izole bir grup ola-
             rak tarif etmektedir.   129




                 Kulak ve Burun Evrimi Hikayeleri


                 Kara memelileri ile deniz memelileri arasında öne sürülecek bir evrim senaryosunun, bu canlı grup-
             ları arasındaki farklı kulak ve burun yapılarına açıklama getirmesi gerekir. Önce kulak yapısını ele ala-

             lım. Kara memelileri, biz insanlar gibi, dış dünyadaki sesleri kulak kepçeleri ile toplar, orta kulaktaki ke-
             miklerle güçlendirir ve iç kulakta sinyallere çevirirler. Deniz memelilerinin ise kulakları yoktur. Sesleri
             alt çenelerindeki özel titreşim algılayıcı duyargalarla duyarlar. Bu iki yapı arasında kademeli bir evrim
             mümkün değildir. Kendi içinde mükemmel bir duyma sisteminden, tamamen farklı bir yapıya sahip bir
             başka sisteme kademeli evrimle geçilmesi mümkün değildir. Çünkü ara aşamalar verimli olmayacaktır.

             Yavaş yavaş kulaklarıyla duyma yeteneğini yitiren, çenesiyle duyma yeteneği ise henüz gelişmemiş bir
             canlı avantajlı değildir.
                 Kaldı ki, söz konusu "gelişme"nin nasıl sağlanabileceği sorusu da evrim teorisini çıkmaza sürükle-

             mektedir. Evrimcilerin öne sürdükleri mekanizma mutasyonlardır ve canlılara genetik bilgi ekledikleri
             hiçbir zaman görülmemiş olan mutasyonlar sonucunda, deniz memelilerinin son derece kompleks algı
             sistemlerine sahip olduklarını ileri sürmek, akla aykırıdır.
                 Nitekim fosiller ortada hiçbir evrim olmadığını göstermektedir. Pakicetus ve Ambulocetus'un kulak
             sistemi, karasal memelilerinki ile aynıdır. Sözde "evrim şeması"nda bu iki kara memelisinin ardından

             gelen Basilosaurus ise tipik bir balina kulağına sahiptir. Yani dış kulak kepçesiyle değil, çenesine gelen
             titreşimlerle etrafındaki sesleri algılayan bir canlıdır. Ve Pakicetus ve Ambulocetus'un kulak yapısı ile, Ba-
             silosaurus'un kulak yapısı arasında hiçbir "geçiş formu" yoktur.

                 Benzer bir durum "kayan burun" hikayesi için de geçerlidir. Evrimci kaynaklar, Pakicetus, Rodhocetus
             ve günümüz gri balinasına ait üç kafatası iskeletini alt alta dizmekte ve bunların bir "evrim süreci" oluş-
             turduklarını ileri sürmektedir. Oysa üç fosilin, özellikle de Rodhocetus ve günümüz balinasının burun ya-
             pıları, aynı serinin ara formları olarak kabul edilemeyecek kadar farklıdır.
                 Dahası nefes deliklerinin burundan enseye doğru "yürümesi", söz konusu canlıların anatomisinde

             çok ciddi bir "yeniden dizayn" gerektirir ki, bunun rastgele mutasyonlar yoluyla sağlandığına inanmak,
             hayal kurmaktan başka bir şey değildir.


                 National Geographic'in Lamarckç› Masallar›


                 Aslında, evrimci camianın büyük bir bölümünün canlıların kökeni hakkında temel bir batıl inanış-
             ları vardır ve sorun da bundan kaynaklanmaktadır. Bu batıl inanç, canlılara ihtiyaç duydukları organla-

             rı, biyokimyasal yapıları veya anatomik özellikleri kazandıran adeta sihirli bir "doğa gücü" olduğu dü-
             şüncesidir.
                 Bunu görmek için, Kasım 2001 tarihli National Geographic'in "Balinaların Evrimi" başlıklı yazısındaki
             bazı ilginç pasajlara göz atalım:

                 … Bu civarda bulunan balinaların bazı atalarını gözümün önüne getirmeye çalıştım… Her kuşakta giderek





                                                                                                                          Adnan Oktar    657
   654   655   656   657   658   659   660   661   662   663   664