Page 660 - Yaratılış Atlası 2. Cilt
P. 660

kısalan ve çelimsizleşen arka ayaklarını kullanarak şapıdık şapıdık hareket etmeye çalışıyorlardı… Bir yandan

                       arka bacakları, diğer yandan da gövdelerini destekleyen kalça kemikleri giderek küçülüyordu… Boyun kısal-
                       dı, böylece gövdenin ön kısmı, suyu en az dirençle yarıp geçmeyi sağlayan boru biçiminde bir denizaltı gövde-
                       sini andırır bir şekle girerken, kollar da dümen biçimini almaya başladı. Dış kulaklara duyulan ihtiyacın azal-

                       masıyla, bazı balinalar sudaki sesleri doğrudan alt çene kemikleriyle algılayıp özel yağ yastıkları üzerinden iç
                       kulağa iletiyorlardı.

                       Dikkat edilirse, tüm bu anlatımlarda, evrimci mantık örgüsü, sadece canlıların değişen ortama göre de-
                  ğişen ihtiyaçları olduğunu belirtmekte ve bu ihtiyacı başlı başına bir "evrim mekanizması" olarak algıla-
                  maktadır: Bu mantığa göre kendisine az ihtiyaç duyulan organlar yok olmakta, ihtiyaç duyulan yeni or-
                  ganlar kendi kendine ortaya çıkmaktadır!

                       Oysa biyoloji konusunda en temel bilgilere sahip olan bir kimse bile bilir ki, ihtiyaçlarımız organları-
                  mızı kalıtsal olarak şekillendirmez. Bu, Lamarck'ın "kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması"
                  tezinin çürümesinden bu yana, yani yaklaşık 100 yıldır, bilinen kesin bir gerçektir. Ama evrimci yayınlara
                  bakıldığında, hala Lamarck'ın teorisiyle düşünüyor gibidirler.

                       Eğer kendilerine itiraz ederseniz, "hayır biz Lamarckçı değiliz, kastımız, çevre şartlarının canlılar üze-
                  rinde evrimsel bir baskı oluşturduğu, bu baskı sonucunda uygun canlıların seçildiği ve böylece türün ev-
                  rimleştiğidir" diyeceklerdir. Ama zaten konunun püf noktası da buradadır: Evrimcilerin "evrimsel baskı"
                  dedikleri şey, canlılara ihtiyaca göre yeni özellikler kazandıramaz. Çünkü bu baskıya cevap vereceğini um-

                  dukları iki sözde evrim mekanizması, yani doğal seleksiyon ve mutasyonun canlılara yeni organlar kazan-
                  dırma özelliği yoktur:
                       • Doğal seleksiyon, sadece zaten var olan özellikleri seçebilir, yeni bir özellik üretemez.
                       • Mutasyonlar, canlılara genetik bilgi eklemezler, sadece mevcut genetik bilgiyi tahrip ederler. Gene-

                  tik bilgi ekleyen, (dolayısıyla yeni bir organ veya biyokimyasal yapı oluşturan) bir mutasyon asla gözlem-
                  lenmemiştir.
                       Bu gerçekler ışığında National Geographic'in üstteki "şapıdık şapıdık hareket eden balinalar" masalına
                  bir kez daha bakarsak, aslında gerçekten de oldukça ilkel bir Lamarckçılık yaptıklarını görürüz. Dikkat

                  edilirse National Geographic yazarı Douglas H. Chadwick, "her kuşakta giderek kısalan ve çelimsizleşen
                  arka ayaklar"dan söz etmektedir. Acaba nasıl olur da "her kuşakta" bir canlı türünde morfolojik değişim,
                  hem de belli bir yöne doğru değişim olabilir? Bunun için; o türün her kuşaktaki kimi temsilcilerinin bacak-
                  larının kısalmasına neden olacak mutasyonlara uğraması; bu mutasyonların canlıya başka hiçbir zarar ver-

                  memesi; mutasyona uğrayan bireylerin diğerlerine göre avantajlı olup seçilmesi; bir sonraki kuşakta, ne te-
                  sadüfse yine aynı genin aynı noktasının aynı mutasyona uğraması; bunun nesiller boyu hiç değişmeden
                  devam etmesi; tüm bunların tesadüfen kusursuz gerçekleşmesi gerekir.
                       Eğer National Geographic yazarları buna inanıyorlarsa, "biz sülale olarak uçmayı çok seviyoruz, oğlum

                  da ne tesadüf bir mutasyon geçirdi ve koltuk altlarında kuş tüyünü andıran birkaç küçük yapı belirdi. To-
                  runum da aynı mutasyondan geçecek ve tüyleri biraz artacak, bu nesiller boyu devam edecek ve sonunda
                  sülalemiz kanatlanıp uçacak" diyen bir insana da inanabilirler. İki hikayenin saçmalık düzeyi aynıdır çün-
                  kü.

                       Bu durum, başta belirttiğimiz gerçeği, yani evrimcilerin, canlıların ihtiyaçlarının adeta doğadaki sihir-
                  li bir güç tarafından karşılandığına dair batıl inancını ortaya çıkarmaktadır. Gerçekte animist kültürde yer
                  alan "doğaya bilinç atfetme" inancı, ne ilginçtir ki 21. yüzyılda "bilim" kisvesi altında karşımıza çıkmakta-
                  dır. Oysa Darwinizm'in ünlü eleştirmenlerinden biri olan Fransa'nın ünlü biyoloğu Paul Pierre Grassé'nin

                  belirttiği gibi, "hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemeli-
                  dir". 130
                       Fazla sözü edilmeden empoze edilmek istenen bir başka senaryo da, söz konusu canlıların vücut yü-
                  zeyleriyle ilgilidir. Karasal canlılar oldukları kabul edilen Pakicetus ve Ambulocetus'un diğer memeliler gi-

                  bi tüylü bir vücuda sahip oldukları herkesin ortak görüşüdür. Nitekim rekonstrüksiyonlarda her iki canlı
                  sık tüylerle çizilmektedir. Ancak daha sonraki canlılara (yani gerçek deniz memelilerine) geçildiğinde, bir-
                  den tüyler yok olmaktadır. Bunun evrimsel açıklaması, üstte anlattığımıza benzer Lamarckçı hikayelerden





                658 Yarat›l›fl Atlas› Cilt 2
   655   656   657   658   659   660   661   662   663   664   665