Page 248 - Risale-i Nur - Sözler
P. 248

250                                                                                                                                    SÖZLER


          şöyle  bir  mânayı  ifham  ediyor  ve  manen  diyor:  Ey  Benî-İsrail!  Bir  tek
          Mu’cize-i  Musa'ya  (A.S.)  karşı  koca  taşlar  yumuşar,  parçalanır.  Ya
          haşyetinden  veya  sürurundan  ağlayarak  sel  gibi  yaş  akıttığı  halde,  hangi
          insafla  bütün  Mu’cizat-ı  Museviyeye  (A.S.)  karşı  temerrüd  ederek
          ağlamayıp, gözünüz cümud ve kalbiniz katılık ediyor.
                                                               ِ
                                    ِ
                                               ِ
                                                            ِ
            Hem üçüncü Fıkrada der:  َةيشَ لِلّا  ِ    ْ  َ خَنمَنطِبيَُّام لَاهنمَناو
                                     ه
                                                            ْ َّ
                                                   ْ
                                             ْ
            Şu Fıkra ile Tûr-i Sina'daki Münacat-ı Museviyede  (A.S.) vuku bulan
          Tecelliye-i  Celâliye  Heybetinden  koca  dağ  parçalanıp  dağılması  ve  o
          haşyetten  taşların  etrafa  yuvarlanması  olan  Vakıa-yı  Meşhureyi  ihtar  ile
          şöyle bir mânayı Ders veriyor ki: Ey Kavm-i Musa (A.S.)! Nasıl, Allah'tan
          korkmuyorsunuz? Halbuki taşlardan ibaret olan dağlar, Onun Haşyetinden
          ezilip  dağılıyor  ve  sizden  ahz-ı  misak  için  üstünüzde  Cebel-i  Tur'u
          tuttuğunu,  hem  Taleb-i  Rü'yet  hâdisesinde  dağın  parçalanmasını  bilip  ve
          gördüğünüz  halde,  ne  cesaretle  Onun  Haşyetinden  titremeyip,  kalbinizi
          katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?
                                                                  ِ
                                              ِ
                                                             ِ
            Hem birinci Fıkrada diyor: َرانَ لاْاَهنمَرجفتيَام ل َ ِ َ ةراجح َ ْلاَنمَن ِ َ او
                                                                        َّ
                                      ن   ْ
                                            ن ْ ن َّ


            Bu Fıkra ile dağlardan nebean eden Nil-i Mübarek, Dicle ve Fırat gibi
          ırmakları  hatırlatmakla,  taşların  Evamir-i  Tekviniyeye  karşı  ne  kadar
          Hârika-nüma  ve  Mu’cizevari  bir  surette  mazhar  ve  musahhar  olduğunu
          ifham  eder  ve  onunla  böyle  bir  mânayı  müteyakkız  Kalblere  veriyor  ki:
          Şöyle azîm ırmakların elbette mümkün değil,  şu dağlar hakikî menbaları
          olsun.  Çünki  faraza  o  dağlar  tamamen  su  kesilse ve  mahrutî  birer  havuz
          olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür'atli ve kesretli cereyanlarına müvaze-
          neyi  kaybetmeden,  birkaç  ay  ancak  dayanabilirler  ve  o  kesretli  masarıfa
          karşı  galiben  bir  metre  kadar  toprakta  nüfuz  eden  yağmur,  kâfi  vâridat
          olamaz.  Demek  ki,  şu  enharın  nebeanları,  âdi  ve  tabiî  ve  tesadüfî  bir  iş
          değildir. Belki pek Hârika bir surette Fâtır-ı Zülcelâl, onları sırf Hazine-i
          Gaybdan akıttırıyor.

            İşte bu Sırra işareten bu mânayı ifade için Hadîste rivayet ediliyor ki: "O
          üç  nehrin  herbirine  Cennet'ten  birer  katre  her  vakit  damlıyor  ve  ondan
          Bereketlidirler." Hem bir Rivayette denilmiş ki: "Şu üç nehrin menbaları
          Cennet'tendir." Şu Rivayetin Hakikatı şudur ki: Mâdem esbab-ı maddiye,
          şunların bu derece kesretli nebeanına kabil değildir. Elbette menbaları, bir
          Âlem-i  Gaybdadır  ve  gizli  bir  Hazine-i  Rahmetten  gelir  ki,  masarıf  ile
          vâridatın müvazenesi devam eder.
   243   244   245   246   247   248   249   250   251   252   253