Page 249 - Risale-i Nur - Sözler
P. 249

YİRMİNCİ  SÖZ – BİRİNCİ  MAKAM                                                                                251


             İşte Kur'an-ı Hakîm, şu mânayı ihtar ile şöyle bir Ders veriyor ki, der:
           Ey  Benî-İsrail  ve  ey  Benî-Âdem!  Kalb  katılığı  ve  kasavetinizle  öyle  bir
           Zât-ı Zülcelâl'in Evamirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i
           Sermedî'nin  Ziya-yı  Marifetine  gafletle  gözlerinizi  yumuyorsunuz  ki,
           Mısır'ınızı Cennet suretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi
           camid  taşların  ağızlarından  akıtıp  Mu’cizat-ı  Kudretini,  Şevahid-i
           Vahdaniyetini o koca nehirlerin kuvvet  ve zuhur ve ifazaları derecesinde
           Kâinatın  kalbine  ve  zeminin  dimağına  vererek,  cin  ve  insin  Kulûb  ve
           Ukûlüne isale ediyor. Hem hissiz, camid bazı taşları böyle acib bir tarzda
           (Hâşiye)  Mu’cizat-ı  Kudretine  mazhar  etmesi;  Güneşin  ziyası  Güneşi
           gösterdiği  gibi,  o  Fâtır-ı  Zülcelâl'i  gösterdiği  halde,  nasıl  Onun  O  Nur-u
           Marifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?

             İşte şu üç Hakikate nasıl bir Belâgat giydirilmiş gör. Ve Belâgat-ı İrşa-
           diyeye dikkat et. Acaba hangi kasavet ve katılık vardır ki, böyle hararetli şu
           Belâgat-ı İrşada karşı dayanabilsin, ezilmesin!..

             İşte baştan buraya kadar anladınsa, Kur'an-ı Hakîm'in İrşadî bir Lem'a-i
           İ'cazını gör, Allah'a şükret...

                                                           ِ
                    َ مي ۪ كحْلا َ َ مي ۪ لعْلا َ َ تن اَكنا ِ  َ َ ى انتمَّلع َامََّلاا ِ  َ َ ى ان ل َمْلعَ لاَكناحبس
                                    ْ   َّ

                    ن
                           ن



                                               ْ
                                                                      ْ ن
                          ِ ِ
                                            ِ
                َ    َ يمۤا  ِ ِ ِ  َ م َ ت َ ه َ  َ دخل  َن ا َ  َ قف ِ  َ وَو َض َ رتَوَ َ بحت َ ام ك  َ ِ نۤا َ  َ رق َ ْلا َرار َ س َ  اَان  ِّ  َ ه َ م َ فَ َ ِه َ م  ن َّ   ْ    َ هلل ا
                                    ِّ
                                                  ن

                                                     ْ ن
                              ْ
                                      ْ   ى
                        ْ
                                                            ْ

                                           ه
                                                  ِ
                                   َ يم َ ح ۪  ِ  َ رلا َم َ حر ا  َ َ ى اي َ  َ كتمح َ ر ِ ب


                                            ْ
                                      َّ
                                                          ْ
                                                 ِ
                               ى ِ
                                                                  ِ
                    ۪
               َي َ ۪ ع َ مج اَهِبحص       َ َ و َ  ۪ َ هلىا َ َى لٰعَو َمي ۪ كحْلا َنۤارقْلاَهي لعَ لِزنناَنمَ ىلٰعَملسَوَِلصَمهَّلل ا
                                                                 ْ ِّ
                                           ن ْ ن
                                                                       ِّ

                                                  ْ
                  ْ ى ْ

                                                        ْ ْ

                                    ن
                                                                          َّ ن


                                             * * *
                  ------------------
             (Hâşiye): Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer'den çıktığı gibi, Dicle'nin en mühim bir şubesi, Van
           Vilayetinden  Müküs  nahiyesinde  bir  kayanın  mağarasından  çıkıyor.  Fırat'ın  da  mühim  bir
           şubesi,  Diyadin  taraflarında  bir  dağın  eteğinden  çıkıyor.  Dağların  aslı,  hilkaten  bir  madde-i
           mayiadan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir. Tesbihat-ı Nebeviyeden olan
              َدمجَ ٍ ءى امَ ىلٰعَضر لاْاَ طبَِنمَناحبس kat'î delalet ediyor ki: Asl-ı Hilkat-ı Arz şöyledir ki:

                          ْ
              ْ
                                 ْ       ْ ن
             Su gibi bir  madde,  Emr-i  İlahî  ile  incimad eder, taş olur.  Taş,  İzn-i  İlahî  ile toprak olur.
           Tesbihteki Arz lafzı, toprak demektir. Demek o su, çok yumuşaktır; üstünde durulmaz. Taş çok
           serttir, ondan istifade edilmez. Onun için Hakîm-i Rahîm, toprağı taş üstünde serer, zevilhayata
           makarr eder.
   244   245   246   247   248   249   250   251   252   253   254