Page 431 - Risale-i Nur - Sözler
P. 431

YİRMİBEŞİNCİ  SÖZ                                                                                                            433


           Kamer'in Hâlık-ı Zülcelâlinin Kelâmı olan Kur'anın Melaike-Misâl Zîhayat
           Kelimatı  nerede?  Beşerin  hevesatını  uyandırmak  için  sehhar  nefisleriyle,
           müzevver  incelikleriyle  ısırıcı  kelimatı  nerede!..  Evet  ısırıcı  haşerat  ve
           böceklerin mübarek Melaike ve nuranî Ruhanîlere nisbeti ne ise; beşerin
           kelimatı,  Kur'anın  Kelimatına  nisbeti  odur.  Şu  Hakikatları  Yirmibeşinci
           Söz  ile  beraber  geçen  Yirmidört  aded  Sözler  isbat  etmiştir.  Şu  davamız
           mücerred değil; bürhanı, geçmiş neticedir. Evet herbiri Cevahir-i Hidayetin
           birer sadefi ve Hakaik-i Îmaniyenin birer menbaı ve Esasat-ı İslâmiyenin
           birer madeni ve doğrudan doğruya Arş-ür Rahman'dan gelen ve Kâinatın
           fevkınde  ve  haricinde  İnsana  bakıp  inen  ve  İlim  ve  Kudret  ve  İradeyi
           tazammun  eden  ve  Hitab-ı  Ezelî  olan  Elfaz-ı  Kur'aniye  nerede?  İnsanın
           hevaî, hevaperestane, vâhî, hevesperverane elfazı nerede!.. Evet Kur'an bir
           Şecere-i Tûbâ hükmüne geçip şu Âlem-i İslâmiyeyi bütün Maneviyatıyla,
           Şeair ve Kemâlâtıyla, Desatir ve Ahkâmıyla yapraklar suretinde neşredip
           Asfiya ve Evliyasını birer çiçek hükmünde o ağacın Âb-ı Hayatıyla taze,
           güzel  gösterip bütün Kemâlât ve Hakaik-i Kevniye  ve  İlâhiyyeyi semere
           verip  meyvelerindeki  çok  çekirdekleri  amelî  birer  düstur,  birer  proğram
           hükmüne geçip yine meyvedar ağaç hükmünde müteselsil Hakaikı gösteren
           Kur'an nerede? Beşerin malûmumuz olan kelâmı nerede?


                                                      ْ
                                        ِّ    َ  لا ه ث َ ي َ  ا  َن ِ َ مَا   َ  َ لا َّ ث  َ ني ا
             Bin  üçyüzelli  senedir  Kur'an-ı  Hakîm,  bütün  Hakaikını  Kâinat
           çarşısında açıp teşhir ettiği halde; herkes, her millet, her memleket Onun
           Cevahirinden, Hakaikından almıştır ve alıyorlar. Halbuki ne o ülfet, ne o
           mebzuliyet, ne o mürur-u zaman, ne o büyük tahavvülâtlar; Onun kıymet-
           dar Hakaikına, Onun güzel Üslûblarına halel verememiş, ihtiyarlatmamış,
           kurutmamış,  Kıymetten  düşürmemiş,  Hüsnünü  söndürmemiştir.  Şu  halet
           tek başıyla bir İ’cazdır.

             Şimdi  biri  çıksa  Kur'anın  getirdiği  Hakaikten  bir  kısmına  kendi
           hevesince çocukça bir intizam verse, Kur'anın bazı Âyâtına muaraza için
           nisbet etse, "Kur'ana yakın bir kelâm söyledim" dese, öyle ahmakane bir
           sözdür ki, meselâ taşları muhtelif cevahirden bir saray-ı muhteşemi yapan
           ve  o  taşların  vaziyetinde  umum  sarayın  nukuş-u  âliyesine  bakan  mizanlı
           nakışlar  ile  tezyin  eden  bir  ustanın  san'atıyla;  o  nukuş-u  âliyeden  fehmi
           kasır, o sarayın bütün cevahir ve zînetlerinden bîbehre bir âdi adam, âdi
           hanelerin  bir  ustası,  o  saraya  girip  o  kıymetdar  taşlardaki  ulvî  nakışları
           bozup çocukça hevesine göre âdi bir hanenin vaziyetine göre bir intizam,
           bir suret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek
   426   427   428   429   430   431   432   433   434   435   436