Page 433 - Risale-i Nur - Sözler
P. 433
YİRMİBEŞİNCİ SÖZ 435
Gayet büyük ve garib ve gayetle yayılmış acib bir ağaç farzedelim ki, o
ağaç geniş bir perde-i gayb altında bir tabaka-i mesturiyet içinde
saklanmıştır. Malûmdur ki, bir ağacın İnsanın âzaları gibi onun dalları,
meyveleri, yaprakları, çiçekleri gibi bütün uzuvları arasında bir münasebet,
bir tenâsüb, bir müvazenet lâzımdır. Herbir cüz'ü, o ağacın mahiyetine göre
bir şekil alır, bir suret verilir. İşte hiç görülmeyen -ve hâlâ görünmüyor- o
ağaca dair biri çıksa, perde üstünde onun herbir âzasına mukabil bir resim
çekse, bir hudud çizse; daldan meyveye, meyveden yaprağa bir tenâsüble
bir suret tersim etse ve birbirinden nihayet uzak mebde ve müntehasının
ortasında uzuvlarının aynı şekil ve suretini gösterecek muvafık tersimat ile
doldursa, elbette şübhe kalmaz ki, o ressam bütün o gaybî ağacı gayb-aşina
nazarıyla görür, ihata eder, sonra tasvir eder.
Aynen onun gibi, Kur'an-ı Mu’ciz-ül Beyan dahi Hakikat-ı Mümkinata
dair -ki o Hakikat, dünyanın ibtidasından tut, tâ Âhiretin en nihayetine ka-
dar uzanmış ve Arştan ferşe, zerreden şemse kadar yayılmış olan Şecere-i
Hilkatın Hakikatına dair- Beyanat-ı Kur'aniye o kadar Tenâsübü muhafaza
etmiş ve herbir uzva ve meyveye lâyık bir suret vermiştir ki, bütün muhak-
َ
kikler nihayet-i tahkikinde Kur'anın tasvirine اََلِلّ َ ك َراب َ, َلِلّ ا َء ى اشَا َ م deyip,
ه
ن ه
ن
"Tılsım-ı Kâinatı ve Muamma-yı Hilkati keşf ve fetheden yalnız Sensin ey
Kur'an-ı Kerim!" demişler. َىلٰع ن َ ا َ ْل َ م َ ث َ ل َ َ ْا َ لا ِ ِ ه
َ لِلّو temsilde kusur yok. Esma ve
ْ
Sıfât-ı İlâhiyye ve Şuun ve Ef'al-i Rabbaniye, bir Şecere-i Tûbâ-i Nur
hükmünde temsil edilmekle; o Şecere-i Nuraniyenin daire-i Azameti
Ezelden Ebede uzanıp gidiyor. Hudud-u Kibriyası, gayr-ı mütenahî Feza-yı
Itlakta yayılıp ihata ediyor. Hudud-u İcraatı
۪
َنَوى َ و لا َّ ى َ ِ بحْل َ ق َ ا ِ ن َ هبْل ِ َر َ ء َ َ و َ ق ِ َ ڬ َ َ لاف َ مْل اَ َ يبَ َ لو َ حي hududundan tut, tâ
ْ
ن
ن ْ
ِّ
ِ ِ
۪ ِ
ِ
م
ا
َ ا َ ة َ َ َّتس َ َ ۪ ف َ َ ض ْ َ َ و َ ْا َ لا َ ر َ تا َ م َ و َسل َ ق َ ا َ لخ َ ڬ َ َ هنيم َ َ ِ ب َ ي ۪ َ ت ايِو َ َ م َ ْط َ ت اومسلاو
َ
َ ٍ
ي
َّ
ن
َّ ٌ
َّ ى
ى َّ
hududuna kadar intişar etmiş o Hakikat-ı Nuraniyeyi bütün dal ve budak-
larıyla, gayat ve meyveleriyle o kadar tenâsüble birbirine uygun, birbirine
lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden
tevahhuş etmeyecek bir surette o Hakaik-i Esma ve Sıfâtı ve Şuun ve Ef'ali
beyan eder ki; bütün Ehl-i Keşf ve Hakikat ve Daire-i Melekûtta cevelan
eden bütün Ashab-ı İrfan ve Hikmet, o Beyanat-ı Kur'aniyeye karşı
ََلِلّا َ ناح َ س َ ب deyip, "Ne kadar doğru, ne kadar mutabık,
ه
ن ْ