Page 124 - Risale-i Nur - Tarihçe-i Hayat
P. 124

126                                                                                      BEDİÜZZAMAN   SAİD   NURSİ


          çok fazla kirletmiş ve Terakkiyat-ı Mâneviyemde engel olmuştu. Birden,
          Cenab-ı  Hakkın  Rahmet  ve  Keremiyle,  Kur'ân-ı  Hakîmdeki  Hikmet-i
          Kudsiye  imdada  yetişti.  Çok  Risalelerde  beyan  edildiği  gibi,  o  felsefî
          meselelerin  kirlerini  yıkadı,  temizlettirdi.  Ezcümle,  fünun-u  hikmetten
          gelen  zulümat-ı  ruhiye,  Ruhumu  Kâinata  boğduruyordu.  Hangi  cihete
          baktım, Nur aradım; o meselelerde Nur bulamadım, teneffüs edemedim.
                                               ِ
                                                  ٰ
          Tâ,  Kur'ân-ı  Hakîmden  gelen  ve  وه َّلاا هلا ٓ ِ    َلا     Cümlesiyle  ders  verilen
                                                 َ
                                          َ ُ
          Tevhid  gayet  parlak  bir  Nur  olarak  bütün  o  zulûmatı  dağıttı.  Rahatla
          nefes  aldım.  Fakat  nefis  ve  şeytan,  ehl-i  dalâlet  ve  ehl-i  felsefeden
          aldıkları derse istinad ederek Akıl ve Kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki



                             د
          münazarat-ı nefsiye,   حْلا  ِ ِ ٰ      للّ    , Kalbin Muzafferiyetiyle neticelendi. Çok
                               م
                                َ ْ ُ
          Risalelerde  kısmen  o  münazaralar  yazılmış.  Onlara  iktifa  edip,  burada
          yalnız  binde  bir  Muzafferiyet-i  Kalbiyeyi  göstermek  için  binler
          Bürhandan  bir  tek  Bürhan  beyan  edeceğim,  tâ  ki  gençliğinde  hikmet-i
          ecnebiye veya fünun-u medeniye namı altındaki kısmen dalâlet, kısmen
          mâlâyaniyat meseleleriyle Ruhunu kirletmiş, Kalbini hasta etmiş, nefsini
          şımartmış  bir  kısım  ihtiyarların  Ruhunda  temizlik  yapsın;  Tevhid
          hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:

              Ulûm-u felsefiyenin vekâleti namına nefsim dedi ki: "Bu Kâinattaki
          eşyanın,  tabiatiyle  bu  mevcudata  müdahaleleri  var,  her  şey  bir  sebebe
          bakar. Meyvayı ağaçtan, hububatı topraktan istemeli. En cüz'î, en küçük
          bir şeyi de Allahtan istemek ve Allaha yalvarmak ne demektir?"

              O vakit Nur-u Kur'ân ile, Sırr-ı Tevhid şu gelecek suretle inkişaf etti.
          Kalbim o mütefelsif nefsime dedi: En cüz'î ve en küçük şey, en büyük
          şey gibi doğrudan doğruya bütün Kâinat Hâlikının Kudretinden gelir ve
          Hazinesinden  çıkar.  Başka  surette  olamaz!  Esbab  ise,  bir  perdedir.
          Çünkü,  en  ehemmiyetsiz  ve  en  küçük  zannettiğimiz  mahlûklar,  bazan
          sanat ve hilkat cihetinde en büyüğünden daha büyük olur. Sinek, tavuktan
          sanatça ileri geçmezse de, geri de kalmaz. Öyle ise, büyük küçük tefrik
          edilmeyecek;  ya  bütünü  esbab-ı  maddiyeye  taksim  edilecek  veyahut
          bütünü birden bir tek zâta verilecektir. Birinci şık muhal olduğu gibi, bu
          şık  vâcibdir,  zarurîdir.  Çünkü  bir  tek  Zâta,  yâni  bir  Kadîr-i  Ezelîye
          verilse, madem
   119   120   121   122   123   124   125   126   127   128   129