Page 52 - Çatalca'da Eğitim - Sayı 1
P. 52

lüne çeviren; asan, kesen, yakan, yıkan dinsiz, imansız   kası değildir. Otoriteyi kim bozarsa, bir Muhammedî kı-
             silahşörler, beldeleri toza dumana boğmuştur. Her yer-  lıç çıkar onu yine layık olduğu hakikat koltuğuna otur-
             de kan, irin, duman ve is vardır. Gözyaşları sel olmuş,   tur. İşte dönemin Muhammedî kılıcı “Bizim Yunus”tan
             dağlar geçit vermez olmuştur. Bağlar, bahçeler, kuşlar,   başkası değildir. Yolun sonunda gönül iklimine hürriyet
             kurtlar, börtü-böcekler hayata küsmüş vaziyette, bu   sancağını dikmiştir Yunus. Beldesi istila altında kalanla-
             zulüm dursun diye sessiz sedasız feryat etmektedirler.   ra yol göstermeye, onlara merhametle himmetle yardım
             Zulümden bir nurlu kapı açılsın diye eller, Kâmillerin   etmeye, karanlık yollarına meşale olmaya devam eder
             eteğine sarılmış, gönüller rahmet duasına çıkmıştır.   durur. Hz. Peygamber Miraç’tan hangi sâikle “ümme-
             Ne var ki Cenab-ı Hakk en zor şartlarda bile insana ve   ti ümmeti” diyerek Mekke’ye döndüyse Yunus da aynı
             dahi cümle hayvanata ve nebatata Zatından bir rahmet   şekilde çağının ve çağların üzerinde elindeki/dilindeki/
             kapısı aralamış,  kendilerine yol gösterecek bir âkil,   gönlündeki sözle dönmüştür.  2
             kendisinden emin olunacak bir tercüman-ı ilahi, bir   “Girdim Aşkın denizine bahrılayın yüzer oldum / Geş-
             danışman, bir er, bir eren göndermiştir. Bir dem Hz.   tediben denizler Hızır’layın gezer oldum.” diyen Yunus
             Ali olmuştur bu rahmet kapısı, bir dem Hz. Hüseyn;   Emre değişti. Değiştikçe derinleşti! Ledün pınarından
             bir zaman Cüneyd-i Bağdâdi, bir zaman Ahmet Yese-  kandıkça Muhammedîleşti. Sözü Kur’ân, özü Kur’ân hâ-
             vi…. Her coğrafyada farklı bir ses, her çağda farklı bir   line geldi. Kendi içinde değişip derinleşirken çevresin-
             koku. Kimi zaman Yemen’de geldi Rahman’ın kokusu,   dekileri de değiştirdi. Yükseldiği gönül burcunda dilimi-
             kimi zaman Türkistan ellerinden. Afrika’da ayrı bir   zin ve dinimizin özünü yakaladı. “Benden benliğim gitti,
             renk, Anadolu’da başka… Hakk’ın izni ve inayeti ile bu   hep mülkümü dost tuttu.” deyip nefsinin fânî, Cenâb-ı
             millet demir dağları eritecek, geçit vermeyen sulardan   Hakk’ın bâkî olduğunu isbât ve ilân etti. Yollar içinde
             geçecek ve bu Ergenekon’dan da kolaylıkla çıkacaktır.   bir yol, kullar içinde bir kul olduğunu bildi. Bir doğan
             Bu emin belde Anadolu yani Çalab’ın tahtı olan gönül,   idi, Tapduk koluna kondu. Çokluk Tûr’undan birlik nû-
             vehmin asi ordularından temizlenecek; rûh-i kudsi,   runa yol buldu. Yol tecrübelerini söze döktü. İnsanlığın
             saltanat tahtına Şah olacaktır. Zira bu varlık, zoruyla,   Hakk’a ve hakîkate dönmesi gerektiğini söyledi. İncit-
             zârıyla, yâdıyla, yârıyla kendinindir ve Onun rahmeti   meden, kırmadan dökmeden konuştu. Bir baba, bir ata
             gazabını geçmiştir. Öyle de olmuştur vesselam.
                                                 1
                                                          şefkatiyle öğütlerde bulundu. Aşk imâmının arkasında
             Sıra Yunus Emre’deydi. Hakk’ın rahmet kapısı bu kez   namâza durmuş, gönlü cemâat olmuştu. Ayruksu bir
             Emrem Yunus sayesinde aralanıyordu. Rahmet Kapısı-  göz, ayruksu bir kulak, ayruksu bir dil ile görüp duyuyor
             nı aralamak da kolay değildir elbette. Bu uğurda 7 başlı   ve konuşuyordu. O bize, sevmemiz gerektiğini, sevgi
             ejderhanın elinde türlü belalara gark olup boğulup git-  yoluyla Hakk’a ulaşmamız gerektiğini kendi dilimizle
             mek de vardı kaderde, nefsini kendisine put edinmek   öğretti. Bizim, aşk ve mânâ dilimiz oldu! Annemizden
             de. Yolun başında nefsine söz geçiremeyen yolcu Yunus;   öğrendiğimiz dile mânâ elbisesi giydirdi. Kendisi aşkın
             tekkeden kovulmuş, ancak bir zaman sonra içindeki kıv-  rengine boyananın dilinin de aynı renge boyanacağını
             rımları düzledikçe, sırtladığı varlık odunlarını aşk tekke-  biliyordu. Anadili Türkçeyi hakîkatin dili hâline getirdi.
             sinin tandırında yaktıkça dışarıdaki çiğlikler de pişmiş,   Arapça bilmeyen insanımıza hakîkati Türkçe va‘z etti.
             nefs perdesi aradan kalkınca güneş doğmuş,  Huzura   İnsanımızı halktan Hakk’a, taklitten tahkike davet eder-
             ulaşmış, Hû’yu kendi varlığından zuhur ettirip Tapduk   ken kendi dilleriyle, ümmîlerin diliyle “Oku!” gönderdi.
             Emre’nin deyişiyle Bizim Yunus olmuştur artık.   Onlar da anladılar ve iyi birer “okuyucu” oldular. Söz-
                                                          leri dilden dile, gönülden gönüle yayıldı. Onun gönül
             Bir çadırdan bir beyliğin, bir beylikten bir devletin ve   kitabından söylediklerini duyup tefekküre dalanların
             imparatorluğun çıkması İnsan-ı Kâmil’in iktidarından   kulaklarına can suyu kaçtı. Evde, sokakta ve pazarda ko-
             başka  bir  şey değildir.  İktidar  denilen şey  de  Tapduk   nuşulan sözler onun kalemiyle semâya kanatlandı. “Dil
             Emre’nin hükmünün ta kendisidir. Himmet-i Pir olmasa   hikmetin yoludur!” diye bayrak açtı, önümüzden gitti.
             hakikat devletine Şah olmaya kulun gücü yetmez elbet.   Arkasından gelenlerin üslûbu oldu. Sonraki gelenler
             Manâda otorite tek ve mutlaktır. O da sahibinden baş-  onun izine basarak yürüdüler. Büyük Hak âşıkı Niyâzî-i

             1   TATÇI, Mustafa : “ Yunus Emre’den Yolcuya Öğütler (Risaletü’n- Nushiyye Şerhi)” s. 9
             2   TATÇI, Mustafa : “ Yunus Emre’den Yolcuya Öğütler (Risaletü’n- Nushiyye Şerhi)” s. 9

         52            2021/1
   47   48   49   50   51   52   53   54   55   56   57