Page 242 - Risale-i Nur - Şualar
P. 242

244                                                                                                                                  ŞUÂLAR


          Risale-i  Nur  ve  Şakirdleridir  diye  hissettim.  Evet  Kur'anın  Hitabı,
          evvela Mütekellim-i Ezelî'nin Rububiyet-i Âmmesinin geniş makamın-
          dan,  hem  nev-i  beşer,  belki  Kâinat  namına  muhatab  olan  Zâtın  geniş
          makamından,  hem  umum  nev-i  beşer  ve  benî-âdemin  bütün  asırlarda
          İrşadlarının gayet vüs'atli makamından, hem dünya ve Âhiretin, Arz ve
          Semavatın  ve  Ezel  ve  Ebedin  ve  Hâlık-ı  Kâinat'ın  Rububiyetine  ve
          bütün  mahlukatın  tedbirine  dair  Kavanin-i  İlahiyenin  gayet  yüksek
          ihatalı  Beyanatının  makamından  aldığı  Vüs'at  ve  Ulviyet  ve  ihata
          cihetiyle o  Hitab, öyle bir  yüksek  İ'cazı  ve şümulü  gösterir ki;  Ders-i
          Kur'anın  muhatablarından  en  kesretli  taife  olan  tabaka-i  avamın  basit
          fehimlerini okşayan zahirî ve basit mertebesi dahi en ulvî tabakayı da
          tam  hissedar  eder.  Güya  kıssadan  yalnız  bir  hisse  ve  bir  hikâye-i
          tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asra
          ve her tabakaya hitab ederek taze nâzil oluyor ve  bilhassa  çok tekrar ile
              ِ
                         ِ
             ۪
                        ۪
          ٌ ٌ يمل اَّظلَا    ٌيمل اَّظلَا   deyip  tehdidleri  ve  zulümlerinin  cezası   olan
                     َ
          َ
          musibet-i  semaviye  ve  arziyeyi  şiddetle  beyanı,  bu  asrın  emsalsiz  zu-
          lümlerine Kavm-i Âd ve Semud ve firavun'un başlarına gelen azablarla
          baktırıyor  ve  mazlum  Ehl-i  İmana  İbrahim  ve  Musa  Aleyhimesselâm
          gibi Enbiyanın Necatlarıyla teselli veriyor.

              Evet nazar-ı gaflet ve dalalette, vahşetli ve dehşetli bir ademistan ve
          elîm ve mahvolmuş bir mezaristan olan bütün geçmiş zaman ve ölmüş
          karnlar ve asırlar; canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayatdar
          bir  acib  Âlem  ve  mevcud  ve  bizimle  münasebetdar  bir  Memleket-i
          Rabbaniye suretinde sinema perdeleri gibi, kâh bizi o zamanlara, kâh o
          zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek
          bir İ'caz ile Dersini veren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan aynı İ'caz ile, nazar-
          ı  dalalette  camid,  perişan,  ölü,  hadsiz  bir  vahşetgâh  olan  ve  firak  ve
          zevalde  yuvarlanan  bu  Kâinatı  bir  Kitab-ı  Samedanî,  bir  Şehr-i
          Rahmanî,  bir  Meşher-i  Sun'-i  Rabbanî  olarak  o  camidatı  canlandırıp
          birer  vazifedar  suretinde  birbiriyle  konuşturup  ve  birbirinin  imdadına
          koşturup  nev'-i  beşere  ve  cinn  ve  Meleğe  hakikî  ve  nurlu  ve  zevkli
          Hikmet Dersleri veren bu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın elbette her Harfinde on
          ve  yüz ve bazan bin  ve binler  Sevab  bulunması  ve bütün  cinn  ve ins
          toplansa Onun mislini getirememesi ve bütün benî-âdemle ve Kâinatla
          tam yerinde konuşması ve her
   237   238   239   240   241   242   243   244   245   246   247