Page 132 - Risale-i Nur - Lem'alar
P. 132
ONYEDİNCİ LEM’A 135
bir kal'ayı fetheden bir taburun Ganîmetini ve Muzafferiyet ve Şerefini,
binbaşısı alamaz. Evet Üstad ve Mürşid, masdar ve menba telakki edil-
memek gerektir. Belki mazhar ve ma'kes olduklarını bilmek lâzımdır.
Meselâ: Hararet ve ziya, sana bir âyine vasıtasıyla gelir. Senden Güneş'e
karşı minnetdar olmaya bedel, âyineyi masdar telakki edip, Güneş'i unutup,
ona minnetdar olmak, divaneliktir. Evet âyine muhafaza edilmeli, çünki
mazhardır. İşte Mürşidin Ruhu ve Kalbi bir âyinedir. Cenab-ı Hak'tan gelen
Feyze ma'kes olur, Müridine aksedilmesine de vesile olur. Vesilelikten fazla
Feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır. Hattâ bazı olur ki, masdar
telakki edilen bir Üstad, ne mazhardır, ne masdardır. Belki Müridinin Safvet-
i İhlasıyla ve Kuvvet-i İrtibatıyla ve ona Hasr-ı Nazar ile o Mürid başka
yolda aldığı Füyuzatı, Üstadının Mir'at-ı Ruhundan gelmiş görüyor. Nasılki
bazı adam, manyetizma vasıtasıyla bir cama dikkat ede ede Âlem-i Misale
karşı hayalinde bir pencere açılır. O âyinede çok garaibi müşahede eder.
Halbuki âyinede değil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vasıtasıyla âyinenin
haricinde hayaline bir pencere açılmış görüyor. Onun içindir ki, bazan nâkıs
bir Şeyhin hâlis Müridi, Şeyhinden daha ziyade kâmil olabilir ve döner
Şeyhini irşad eder ve Şeyhinin Şeyhi olur.
ONDÖRDÜNCÜ NOTA: Tevhide dair dört küçük remizdir.
Birinci Remiz: Ey esbabperest insan! Acaba garib cevherlerden
yapılmış bir acib kasrı görsen ki, yapılıyor. Onun binasında sarfedilen
cevherlerin bir kısmı yalnız çin'de bulunuyor. Diğer kısmı Endülüs'te, bir
kısmı Yemen'de, bir kısmı Sibirya'dan başka yerde bulunmuyor. Binanın
yapılması zamanında aynı günde şark, şimal, garb, cenubdan o cevherli
taşlar kolaylıkla celbolup yapıldığını görsen; hiç şübhen kalır mı ki; o kasrı
yapan Usta, bütün Küre-i Arz'a hükmeden bir Hâkim-i Mu’cizekârdır.
İşte herbir hayvan, öyle bir Kasr-ı İlahîdir. Hususan İnsan, o
kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu İnsan denilen sarayın
cevherleri; bir kısmı Âlem-i Ervahtan, bir kısmı Âlem-i Misalden ve Levh-i
Mahfuz'dan ve diğer bir kısmı da hava Âleminden, Nur Âleminden, anasır
âleminden geldiği gibi; hacatı Ebede uzanmış, emelleri Semavat ve Arzın
aktarında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve Âhiret edvarında dağıl-
mış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir.
İşte ey kendini insan zanneden insan! Madem mahiyetin böyledir;
seni yapan ancak O Zât olabilir ki: Dünya ve Âhiret birer menzil, Arz ve
Sema birer sahife, Ezel ve Ebed dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden
bir Zât olabilir. Öyle ise İnsanın Mabudu ve Melcei ve Halaskârı O olabilir
ki; Arz ve Semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine mâliktir.