Page 405 - Risale-i Nur - Sözler
P. 405

YİRMİBEŞİNCİ  SÖZ                                                                                                            407


             İkinci  Cilve:  Kur'anın  Şebabetidir.  Her  asırda  taze  nâzil  oluyor  gibi
           tazeliğini,  gençliğini  muhafaza  ediyor.  Evet  Kur'an,  bir  Hutbe-i  Ezeliye
           olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitab ettiği için
           öyle  daimî  bir  Şebabeti  bulunmak  lâzımdır.  Hem  de,  öyle  görülmüş  ve
           görünüyor.  Hattâ  efkârca  muhtelif  ve  istidadça  mütebayin  asırlardan  her
           asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve Ders verir. Beşerin âsâr
           ve  kanunları,  beşer  gibi  ihtiyar  oluyor,  değişiyor,  tebdil  ediliyor.  Fakat
           Kur'anın  Hükümleri  ve  Kanunları,  o  kadar  sabit  ve  rasihtir  ki,  asırlar
           geçtikçe  daha  ziyade  kuvvetini  gösteriyor.  Evet,  en  ziyade  kendine
           güvenen ve Kur'anın Sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu
                                                  ِ
           asrın ehl-i kitab İnsanları Kur'anın  َِ با َ تك َ لاَ  له ا    ْ  َ َ ي َ ى ا  َِ ب ات ِ َكل ْ    ا َ  له ا  َ ي َ ى ا    Hitab-ı
                                                   ْ
                                                                         ْ
           Mürşidanesine  o  kadar  muhtaçtır  ki,  güya  o  Hitab  doğrudan  doğruya  şu
                                                     َِ
                                                     ب
           asra müteveccihtir ve  َِ با  ِ  ْ    َ  ل َ ا َ ل َ ك َ ت  ْ    َ ي َ ى ا َ َ ه ا  Lafzı   َتْك َ م َ ْلاَ  ل ْ  َ ى اي َ َ ه ا  mânasını dahi


           tazammun  eder.  Bütün  şiddetiyle,  bütün  tazeliğiyle,   bütün   şebabetiyle
                                                     ِ
                َنَ نكَم    ْ   ْ  َ بَ َ ي  ا َ و  َ نن ْ      َ ء َ َ يب  ٍ  َ ى اوس َ  ٍ ِ  َ  كَ  ِ  َ  َ و ا َ ا ى لَ  ْ  َ  لاعتَ ِ باتكلاَ  َ  له ا َى اي  sayhasını  Âlemin
                                   َ ةمل
                                                      ْ


                                                           ْ



           aktarına savuruyor.

             Meselâ: Şahıslar, Cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur'ana kar-
           şı;  bütün  nev'-i  beşerin  ve  belki  cinnîlerin  de  netice-i  efkârları  olan
           medeniyet-i hazıra, Kur'ana karşı muaraza vaziyetini almışlar. İ'caz-ı Kur'a-
           na karşı, sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müdhiş yeni muarazacıya
                                           ِ
           karşı İ’caz-ı Kur'anı,  َن ِ ج  ا َ ْل  َ وَن ِ  َ َ ْا َ لا ْ  َ ت   َ عم َ تج اَئِ  َ ق َ ْ ل َ َ  ل ِ ِ  ن     Âyetinin davasını isbat
                               ه
                                                 ْ
                                      ن
           etmek  için  medeniyetin  muaraza  suretiyle  vaz'ettiği  esasatı  ve  desatirini,
           Esasat-ı Kur'aniye ile karşılaştıracağız.

             Birinci  derecede:  Birinci  Söz'den  tâ  Yirmibeşinci  Söz'e  kadar  olan
           müvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin Hakikatleri ve başları olan Âyetler,
           iki  kerre  iki  dört  eder  derecesinde  medeniyete  karşı  Kur'anın  İ’cazını  ve
           Galebesini isbat eder.

             İkinci derecede: Onikinci Söz'de isbat edildiği gibi, bir kısım Düstur-
           larını   hülâsa   etmektir.   İşte    medeniyet-i hazıra,    felsefesiyle    hayat-ı
   400   401   402   403   404   405   406   407   408   409   410