Page 339 - Risale-i Nur - Tarihçe-i Hayat
P. 339

KASTAMONU   HAYATI                                                                                                   341


           Nil-i  Mübarek,  cenub  tarafından,  Cebel-i  Kamer  denilen  bir  dağdan
           mütemadiyen  küçük  bir  deniz  gibi  tükenmeden  akıyor.  Altı  aydaki
           sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan büyük olur. Halbuki
           o  dağdan  ona  ayrılan  yer,  mahzen,  altı  kısmından  bir  kısım  olamaz.
           Varidatı ise; o mıntıka-i harrede pek az gelen ve  susamış toprak çabuk
           yuttuğu  için  mahzene  az  giden  yağmur,  elbette  o  muvazene-i  vâsiayı
           muhafaza  edemediğinden,  o  Nil-i  Mübarek  âdet-i  arziye  fevkınde  bir
           gaybî  Cennetten  çıkıyor  diye  rivayeti,  gayet  mânidar  ve  güzel  bir
           Hakikatı ifade ediyor.

               İşte deniz ve nehirlerin denizler gibi Hakikatlarının ve şehadetlerinin
           binden birisini gördü. Ve umumu, bil'icma' denizlerin büyüklüğü nisbe-


                                     ٰ
                             و
           tinde bir kuvvetle   ه َّلاا ِ    هلا  ٓ ِ    َلا     der ve bu şehadete, denizler mahlûkatı
                                    َ
                              ُ َ
           adedince, şahidler gösterir diye anladı. Ve denizlerin ve nehirlerin umum
           şehadetlerini  İrade  ederek  İfade  etmek  mânasında,  Birinci  Makamın
           dördüncü mertebesinde:
                     ِ ِ
                            ِ
                                                         ِ
                      ف      هد  وجو ب  وج ُ ُ      و   ٰ لَع  َ  ىذ    ا   َّل       َّلد    ِ   دوجوْلا      بجا  وْلا    للّ      ُ ٰ  ا    َّلاا ِ    هلا ٓ ِ    َلا
                                                                        ٰ
                                                                       َ
                                     َ
                                                            َ
                        ُ ُ
                                                 ُ ُ
                                                       ُ
                           ِ
                                                         ِ
                                                             ِ
                                ِ
               ِ   ةَطاحا  ِ ِ    ة   مَظ   ع ة   دا   هب  َ     ِ َ  ي   ع   ام     ف ي   ه ا        مجب  ِ ِ    ن ا  ر  َ ْ    َلا   ْا و راحبْلا    عي   ُ  َ  ِ ِ    و   ح   د   هت     ج     م  َ ْ َ
                              َ َ َ َ َ
                                                       َ
                                                           َ
                  َ
                                             َ
                       ِ   ِ    ِ   ِ ِ   ِ                   ِ       قح
                                                               َ
                                            َ
                                  َ
                                        َ
                              َ
                                                    َ
                          َ َ    لا   د   را   ة      ْا و ر اخد ِّ    لا   ْا و ةَظفا   حم   ْلا و     ِيْ   خسَّتلا    ة      قي  َ
                                              َ ُ
                                                        ِ ِ
                                 ِ   ة   دهاشمْلاب ة    ن   ت   َظ   م    مْلا    ةع    َ    سا َ    ْلا   و
                                          ِ ِ
                                  َ َ َ
                                                  ُ ْ َ َ
                                       ُ
               denilmiş.

               Sonra  dağlar  ve  sahralar,  Seyahat-ı  Fikriyede  bulunan  o  yolcuyu
           çağırıyorlar,  "Sahifelerimizi  de  oku"  diyorlar.  O  da  bakar,  görür  ki:
           Dağların  küllî  vazifeleri  ve  umumî  hizmetleri  o  kadar  azametli  ve
           hikmetlidirler; Akılları hayret içinde bırakır. Meselâ: Dağların zeminden
           Emr-i  Rabbânî  ile  çıkmaları  ve  zeminin  içinde,  inkılâbât-ı  dahiliyeden
           neş'et  eden  heyecanını  ve  gazabını  ve  hiddetini,  çıkmalariyle  teskin
           ederek;  zemin,  o  dağların  fışkırmasiyle  ve  menfeziyle  teneffüs  edip,
           zararlı  olan  sarsıntılardan  ve  zelzele-i  muzırradan  kurtulup,  vazife-i
           devriyesinde sekenesinin istirahatlarını bozmuyor.
   334   335   336   337   338   339   340   341   342   343   344