Page 50 - Risale-i Nur - Tarihçe-i Hayat
P. 50

52                                                                                        BEDİÜZZAMAN   SAİD   NURSİ


              Bediüzzaman;  Şarkî  Anadolu'da  "Medresetüzzehra"  namında  bir
          dârülfünun  açmak,  ya  Van'da  veyahut  da  Diyarbakır'da  dârülfünun
          derecesinde bir Medrese tesisine çalışmak için İstanbul'a geldi. İstanbul'a
          gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: "Şarkın yalçın kayalıklarından,
          bir Ateşpâre-i Zekâ, İstanbul âfâkında tulû etti."

              İstanbula gelmeden evvel bir gün Tahir Paşa:

              - Şark Ulemasını ilzam ediyorsun, fakat İstanbula gidip o denizdeki
          büyük balıklara da meydan okuyabilecek misin? demişti.

              İstanbula  gelir  gelmez  Ulemayı  münazaraya  dâvet  etti.  Bunun
          üzerine  İstanbuldaki  meşhur  Âlimler  grup  grup  ziyarete  gelip  sualler
          soruyorlar ve O hepsinin de cevaplarını sahih olarak veriyordu. Bundan
          maksadı,  Şarkî  Anadoludaki  İlim  ve  İrfan  faaliyetine  nazar-ı  dikkati
          celbetmekti.  Yoksa  Molla  Said,  kat'iyen  hodfüruşluğu  sevmezdi.  Her
          türlü gösteriş ve alâyişten müberra olarak hareket ederdi. İlim,  Cesaret,
          Hâfıza ve Zekâ itibariyle pek hârika idi. Aynı derecede belki daha ziyade
          olarak halis ve muhlis idi. Tasannû ve tekellüften katiyen hoşlanmazdı.
          İstanbuldaki ikametgâhının kapısında şöyle bir levha asılı idi: BURADA
          HER  MÜŞKÜL  HALLEDİLİR;  HER  SUALE  CEVAP  VERİLİR,
          FAKAT SUAL SORULMAZ.

              ---------------------------------------------------------------------------------------
              ve İstihdam-ı İlâhî ve Sevk-i Rabbanî ile olduğu Akla ve Kalbe görünmektedir.

              Filhakika;  bir  Eserinde  Tahdis-i  Nimet  suretinde  Hizmet-i  Îmaniyeye  aid  İnayet-i
          İlâhiyyeden bahsederken şöyle der:

              "Eski harb-i umumîde ve daha evvellerinde bir Vâkıa-i Sâdıkada görüyorum ki: Ararat
              Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti; dağlar
              gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem
              yanımdadır. Dedim:

              - Ana korkma, Cenab-ı Hakkın Emridir. O hem Rahimdir, hem Hakîmdir.

              Birden o hâlette iken baktım ki, mühim bir Zat bana âmirane diyor ki:

              - İ'caz-ı Kur'anı beyan et.

              Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâbdan sonra Kur'an
          etrafındaki  surlar  kırılacak.  Doğrudan  doğruya  Kur'an  kendi  kendini  müdafaa  edecek.  Ve
          Kur'ana  hücum  edilecek,  İ’cazı  Onun  çelik  bir  zırhı  olacak;  ve  şu  İ’cazın  bir  nev'ini,  şu
          zamanda İzharına haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzed olacak, ve namzed
          olduğumu anladım."
   45   46   47   48   49   50   51   52   53   54   55