Page 67 - 7. Sayı Ekim-Kasım 2021
        P. 67
     Oyunun, dayağa cilvesini biliyorlardı              İkinci kıraathaneden uzun sıska bir
             bilmesine ama riski baştan göze                    genç, dik durmakta zorlanarak, koşa
             alıyor; dayak falının son yaprağını                koşa Orta Hakkı’nın yanına vardı ve
             her zaman muzip gülüşlerinin                       onun inmiş tumanını tuttuğu gibi
             berisinde saklıyorlardı. Tuğlaları                 yukarı kaldırdı. Suratı bozuk. Etrafı
             görünen köhne duvarlar, çöp                        kolaçan ederken “Aman gözünü
             kutularının arkaları ve yalak                      seveyim hede!” dedi. “Ortalık
             kenarları uygun sığınak değildi.                   yerde, tövbe estağfurullah... Bilirim
             Orta Hakkı bu! Kısa boyu, topal                    tutamazsın kendini de sokakta
             bacağı ve cılız bileklerini gören                  etmeyiver bari.” Gencin yüzüne
             gücüne kani olmazdı elbet ama                      bakamayan Orta Hakkı, sönen
             geniş ve perdeliydi elleri. Artık                  ıslıkla beraber, zaafının buğusuda
             solgun bakan ela gözlerinde ise                    zihninden doğrulunca bastı küfrü
             sahip olduğu cesaretten iz yoktu.                  meydana: “İt dölleri, çıkın çıkın
             Kendisiyle uğraşanı yakalarsa eğer;                çıkasıcalar...” Şimdi avurtlarında al al
             dün nasılsa bugün de dini, imanı                   mahcubiyet. Artan sesinin kuvvetiyle
             ve şerefi dilinin ucunda tutarak                   uzayan küfürleri, garip kuş seslerine
             patlatıverirdi. Bir keresinde Purço                karışıp, kahveler meydanına koyu bir
             yakalanıp da dayak yedi diye ona                   yağmur bulutu gibi indi: “Pezevengin
             gülünce Niyazi; bozuşmuşlardı.                     evlatları, dudaklarını azılı ölüm
             Uzunca… Niyazi’ye araba çarpıp                     dikesiceler. Ulan... Ulan bir
             bileği çatladığında ise alçıya                     yakalasam tüyü bitmemiş demicem,
             “ödeştik” yazmıştı Purço. Hastane                  basıcam zopayı it oğlu itlere ya!”
             odasında... Barışmışlardı hemen.
             Derken, öfkesini yitirmiş rüzgar gibi
             dindi çocukların kahkahaları. Aynı
             dalda, önce düşsün diye birbirini
             dürten, iki yemiş oldular. Sıkı sıkıya
             kavradıkları dallara dadanan kırmızı
             karıncaları önce aşağıya ardından
             birbirlerine atmaya başladılar. Az
             daha kavgaya tutuşuyorlardı. Neden
             sonra ellerini ağızlarına götürüp,
             yarışırcasına bir hırsla, kuş sesleri
             çıkarmaya koyuldular.
                                                           67                             Buluntu Kutusu
     	
