Page 7 - Çolpan Dergisi 4. Sayı
P. 7

KÜLTÜR, SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ

        Deneme
        Gün Işırken









                                                                                                       Seda ÇEBİ

        P                                                                         nı. Gözlerini gökyüzüne dikti ve ‘’Allah’ım,
           encereyi tıklatan ışık huzmesi, dumanı üs-
        tünde bir günü hediye etmek için uzun bir                                 sen  bu  çocukları  karanlık  gecede  yıldızsız
        yoldan gelmişti. Bahşedilmiş olan bu hedi-                                bırakma!’’  dedi.  Rüyaydı,  içindeydi  ama
        yeyi almak için elini sıkı sıkı tuttuğu geceyi                            çocuklara da layık olmalıydı. Bezeli kelime-
        geriye dönmek üzere bıraktı. Yeni bir gü-                                 ler en çok onlara yakışıyordu.
        nün eteklerinden çocuk telaşı ile tutmadan
        önce yıllar yılı sesini, nefesini örten perde-                            Kimsesiz  bir  köprüye  denk  geldi.  Garipti,
        sini araladı. Gün, boylu boyunca karşısın-                                öksüzdü  belli  ki.  Ayaklarını  suya  değdirip
        daydı. Ahşap bölmeleri olan penceresinin                                  nasibindeki  şarkıyı  mırıldanıyordu.  Başın-
        duvar  ile  bütünleştiği  yere  doğru  yaslan-                            daki yazmanın anneannesinden kalma ol-
        dı. Güneş, gökyüzünü bir anne şefkati ile                                 duğunu o an fark etti. Ne çok yaşanmışlık
        sırtlamıştı. Gün gibiydi sıcaktı, sıcacıktı. Su                           ve de ne çok gözyaşı dokunmuştu. Boncuk
        gibi aziz, pınarlar kadar temiz kalpler için
                                                                                  boncuk oyaları olan bu yazmanın ne çok
        bir parça sıcaklık biriktirdi. Sessizliğini bü-
        yüttüğü bu şehrin ezgisini dinliyordu. Kuş-                               hatırası  vardı.  Bulanan  suya,  bozbulanık
        kusuz bu ezgi için bir ağacın gölgesi yahut                               hayalleri  de  eşlik  etmeye  başladı.  Başına
        uzun ince bir yol lazım gelirdi.                                          düşen  elmayı  avucuyla  temizledi.  Su  ba-
                                                                                  şında sulu bir elma da düşmüştü nasibine,
        Zihnindeki pastel kelimeler serin serin yü-  Allah’ım, sen bu             rüyasına. Düş ile gerçeğin arasındaki rüya
        rürken,  masanın  üzerindeki  kamış  esintili                             bitmek üzereydi. Veda etmeden iç sesi ile
        neyini  bu  kez  üflemek  için  değil,  duyan-  çocukları karanlık        halleşti: Yaşamak dedikleri, düş ile gerçek
        ların  bildiği  kokusunu  koklamak  için  eline   gecede yıldızsız        arasında durulu çizgi değil de neydi?
        aldı.  Neyin  delik  delik  olan  o  perdelerini
        gezindi.  Dokunmak,  hissetmek  ruhunda   bırakma.
        vardı. Ayağa kalkar kalkmaz yarım kalmış                                                ***
        rüyasının  kelimeleri  dökülmeye  başladı.   yakılmış, lavaşlar, keteler pişmiş ve közlen-
        Rüya  mıydı,  gerçek  miydi  bilemedi.  Evet,   mesi için patatesler sobaya bırakılmıştı. Ne
        güneşli bir gökyüzü vardı şimdi ki gibi fakat   öz bir kokuydu sahi, ne kadar sendi, bendi.
        eline  tutuşturulmuş  rüzgâr  yüklü  hırkada   Mahşeri bir kalabalığa yetecek kadar tok
        yanıbaşında gibiydi. Rüyayı, iki aynı ama   bir koku. Az ileride ineklerin başını bekle-
        bir  o  kadar  da  farklı  bir  anın  kahramanı   yen iki kardeş duruyordu. Al yanaklı kızın
        olarak gördü. Neyseki her ikisinde de can   topladığı çiçekler, kavak ağaçları gibi sa-
        buluyordu, kendi oluyordu. Vaktiyle gittiği   lınıyordu. Yazılmamış bir hikâyenin kelime-
        Bayburt’ta  idi.  Şu  karşıki  yoldan,  ellerini   leri dolaşıyor gibiydi kızın yüzünde. Gülüm-
        arkaya bağlayarak dimdik gelen Aliye’nin   semesiyle, az ötede olan Çoruh Nehri gibi
        Mehmet’iydi.  Görenlerin  dönüp  dönüp   bir  serinliği  getirdi  dağ  başına.  Abisinin
        baktığı  Halt  Mehmet...  Birden  kulağına   abiliği, bilgeliği Bayburt Kalesi’nin heybeti
        yanık  bir  ses  geldi.  Adımları  sese  doğru   kadar büyüktü. Sanki birazdan Dede Kor-
        ilerlerken  rengine,  bereketine  hayran  kal-  kut’tan,  Bayburtlu  Zihni’den  söz  açacak
        dığı alıçların başında eyleşti. İnsan hangi   gibi duruyordu. Sözü bilenin, bilip söyleye-
        renkten  olabilirdi?  Bu  nasıl  bir  güzellikti...   nin yaşı yoktu. ‘’Kolay gelsin!’’ dedi. İçten
        Gelen  kokuya  bakılacak  olursa  tandırlar   içe biliyordu gelmelerin kolay olmayacağı-

                                                                                                             7
   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11   12