Page 205 - Efsane
P. 205

gibiydi. “Gelmek zorunda değilsin. Cepheye başka bir yoldan gidersin, orada
               buluşuruz. Bir buluşma noktası belirleyebiliriz. İkimizi de riske atmaktansa
               sadece birimiz gider.”

               Day’e, Vegas gibi askeri bir şehre gitmenin delilik olduğunu söylemek

               istiyordum. Ama söylemedim. Gözümün önüne sadece Tess’in kambur duran
               ince omuzlan ve büyük gözleri geliyordu. Annesini kaybetmişti zaten. Ağabeyini
               de. Tess’i de kaybedemezdi. “Onu gidip bulmalısın,” dedim. “Beni ikna etmek
               zorunda değilsin. Ama seninle geliyorum.”
               Day kaşlarını çattı. “Hayır, gelmiyorsun.”
               “Desteğe ihtiyacın var. Mantıklı düşün. Yolda sana bir şey olursa başının belaya
               girdiğini nereden anlayacağım?”

               Day bana baktı. Bu karanlıkta bile gözlerimi ondan alamıyordum. Yağmur
               yüzünü temizlemişti. Saçındaki kan kırmızısı şerit gitmişti. Sadece birkaç beresi
               vardı. Biraz boynu bükük de olsa bir meleğe benziyordu.
               Utanıp başka bir yere doğru baktım. “Tek başına gitmeni istemiyorum, o kadar.”
               Day iç geçirdi. “Pekâlâ. Cepheye gidip Eden'in nerede olduğunu bulacağız,
               sonra da sınırı geçeceğiz. Koloniler büyük ihtimalle bize kucak açacaktır, hatta

               belki yardım ederler.”

               Koloniler. Daha kısa bir süre öncesine kadar dünyadaki en büyük düşmanlar gibi
               geliyorlardı. “Tamam.”


               Day bana doğru eğildi. Uzanıp yüzüme dokundu. Parmaklarının hâlâ acıdığını
               anlayabiliyordum ve tırnakları kurumuş kan yüzünden kararmıştı.
               “Muhteşemsin,” dedi. “Ama benim gibi birinin yanında kaldığın için ahmaksın.”
               Elini tutarken gözlerimi kapadım. “O zaman ikimiz de ahmağız.”
               Day beni kendine doğru çekti. Başka bir şey söyleyemeden beni öptü. Dudakları

               sıcak ve yumuşaktı, daha sert bir şekilde öpünce kollarımı boynuna dolayıp ben
               de onu öpmeye başladım. O an omzumdaki acı umurumda değildi. Askerler bizi
               bu vagonda bulup götürecek olsalar bile... Başka hiçbir yerde olmak
               istemiyordum. Sadece burada, Day’in kolları arasında, güvende olmak
               istiyordum.


               Daha sonra yerde kıvrılırken Day’e, “Garip,” dedim. Dışarıda kasırga tüm
               şiddetiyle sürüyordu. Birkaç saat içinde yola çıkmamız gerekecekti. “Seninle
               burada olmak çok garip. Seni çok az tanıyorum. Ama... sanki aynı kişiymişiz de
               iki farklı dünyada doğmuşuz gibi hissediyorum.”
   200   201   202   203   204   205   206   207   208