Page 82 - Olasılıksız
P. 82
12
Tversky, Julia'nın EEG çıktılarına bakarken, elleri titriyordu. Kendi araştırmasında sonuca o kadar
yaklaşmıştı ki, birkaç saat içinde beyin dalgalarının maksimizasyonunu sağlamak için kullanacağı
serumu geliştirebilmişti. Ameliyat masasında baygın yatan Julia'ya baktı. Ona son iğneyi yapalı on
dakika kadar olmuştu. Şu anda beyin kimyasının Caine'inkiyle aynı olması gerekiyordu. Artık elinden
gelen tek şey beklemekti. Onu bu noktaya kadar getiren tüm teoriler ve varsayımlar geçti aklından.
Einstein'ın Görecelik Teorisi, Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi, Schrödinger'in kedisi,' Deutsch'enin
çalışmaları ve tabii ki Laplace'ın Şeytanı.
Laplace hariç, hiçbiri bunun mümkün olabileceğini düşünemezdi. Ama tabii ki hiçbiri onun
gördüklerini görmemişti. Onlar o lokantadaki kazada yoktu. Ayrıca, Maxwell fizik yasalarının mutlak
olmadığını kanıtlamamış mıydı? Tversky'nin teorisini duysa ne derdi acaba? Olasılık dışı, olasılıksız?
Ama imkânsız değil.
Birden Julia ona doğru döndü. Fısıldayarak konuşmaya başladığında gözleri hâlâ kapalıydı. "Bu
iğrenç koku ne?"
Koku daha önce bildiği hiçbir şeye benzemiyordu. O kadar güçlüydü ki, Julia bunun bir koku olup
olmadığına bile emin değildi.
Herhalde çok kötü bir son bekliyordu onu. Bu başlangıçtı, auraydı. Julia'nın kalbi duracak gibi
oldu. Odaklanması gerektiğini biliyordu; ama koku buna izin vermiyordu, onu mahkûm ediyordu.
Burnunu, gözlerini, boğazını tırmalıyordu adeta. Birden öğlen yedikleri ağzına geldi. Parçacıklarla dolu
sıvıyı öksürerek tükürürken dilinde tattığı bu iğrenç tada bile şükretti; en azından bir an için bile olsa
kokuyu unutabilmişti.
Ameliyat masasından yuvarlanıp yere düştü. Petey'nin bağırarak bir şeyler dediğini duyuyordu,
ama o çok uzaklardaydı. Ellerinin ve dizlerinin üzerinde durdu. Başı kusmuğunun içine girmek
üzereydi. Gözleri kapalı olduğu halde önündeki kusmuğu görebiliyordu. Kapalı gözlerinin ardından,
her bir bakterinin, her bir molekülün hareketini bile görebiliyordu.
Bilincini yitirdiğinin farkındaydı. Ölüyor muydu? Yoksa bayılıyor muydu? Hayır, Petey'i yarı yolda
bırakmayacaktı. Bu kadar yolu gelmişken, bir cevap bulmadan gitmeyecekti. Odaklanmak zorundaydı.
Bunu yapmaya çalıştı; ama zihni o kadar bulanmıştı ki, yapamadı. Onu bu yere getiren soruyu
anlamaya çalıştı. Sonra gördü... biliyordu.
Bu karmaşıktan da öte... çünkü sonsuz. Bu sonsuzluk, her yöne aynı anda uzanan, dolambaçlı
bir yol; bir yoldan daha çok bir boyut gibi. Ama bu boyut tek değil ki. Yüzeyini oluşturan sonsuz sayıda
nodun her birinde bir başka boyut daha var; o da sonsuza dek uzanıyor, kendi çevresinde dönüyor
dolanıyor, sürekli, sonsuz...
Julia bağırıyordu. Zihnini donduran sancı, bedeninin her bir zerresine işlemişti. Başını kaldırınca
sırtı bir yay gibi eğildi, sonra da yere çakıldı. İşte o anda Ses'i duydu. Ses'i başka bir zamandan
biliyordu. O, bildiği milyarlarca sesten biriydi... ama bunu farklı bir şekilde biliyordu, tanıyordu.
Ses ona fısıldıyordu. Eğer sonsuzluğun küçücük bir parçasına bakarsa, onu bırakacağını vaat
ediyordu. Minnacık bir parçasına, : sonra her şey bitecekti. Bir minnacık parçacık.
Baktı. Nereye baksa, her şey her yerde olduğu için, o da orada. Onu her şeyden ayırmaktı güç
olan. Sonra onu görüyor, işte orada...ama tek olarak değil, bir milyon, bir milyar. Birçoğu aynı, birçoğu
farklı... en küçük ayrıntıdan en büyüğüne kadar.
Bilmek istediği An hakkında binlerce kitap yazabilir. Ama zaman yok. Zaman yok... komik.
Burada, gerçekte, zaman yok; ama geldiği An'da zamanının tükenmekte olduğunu biliyor. O An'da
ancak Petey'e ne yapacağını söylemek için zamanı var.
Saklı Kütüphane 82 www.e-kitap.us