Page 127 - Risale-i Nur - Asa-yı Musa
P. 127

BİRİNCİ HÜCCET-İ İMANİYE                                                                                                             129

           düşmanları dahi Kur'ana mukabele ve tenkid etmek sevkiyle o vakitten
           beri yazdıkları ve yazılan ve telahuk-u efkâr ile terakki eden milyonlarla
           Arabî Kitablar ortada geziyor. Hiçbirisinin Ona yetişemediğini, hattâ en
           adî adam dahi dinlese, elbette diyecek: "Bu Kur'an, bunlara benzemez
           ve  onların  mertebesinde  değil."  Ya  onların  altında  veya  umumunun
           fevkinde  olacak.  Umumunun  altında  olduğunu  dünyada  hiçbir  ferd,
           hiçbir kâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez. Demek Mertebe-i Belâgatı um-

                                                  ِ
                                                               ۪ للّٰ ۪
                                                           ِ
           umun fevkindedir. Hattâ bir adam ۪ ِ ضر ْ  ۪ َلااو ۪ ْ  ۪ تاومسلا ۪فِ۪ام  ِ ِ ه َ  ۪حبس   Âye-
                                                َ
                                                                  َ َّ
                                                     َ ٰ َّ
                                                                     َ
           tini  okudu.  Dedi  ki:  "Bu  Âyetin  hârika  telakki  edilen  Belâgatını
           göremiyorum."  Ona  denildi:  "Sen  dahi  bu  seyyah gibi o zamana git,
           orada  dinle."  O  da  kendini  Kur'andan  evvel  orada  tahayyül  ederken
           gördü ki: Mevcudat-ı Âlem perişan, karanlık camid ve şuursuz ve vazi-
           fesiz olarak hâlî, hadsiz, hududsuz bir fezada; kararsız, fâni bir dünyada
           bulunuyorlar. Birden Kur'anın lisanından bu Âyeti dinlerken gördü: Bu
           Âyet,  Kâinat  üstünde,  dünyanın  yüzünde  öyle  bir perde açtı  ve  ışık-
           landırdı ki, bu ezelî Nutuk ve bu sermedî Ferman asırlar sıralarında di-
           zilen Zîşuurlara Ders verip gösteriyor ki; bu Kâinat bir Câmi-i Kebir
           hükmünde, başta Semavat ve Arz olarak umum mahlukatı hayatdarane
           Zikir ve Tesbihte ve Vazife başında cûş u huruşla mes'udane ve mem-
           nunane  bir  vaziyette  bulunduruyor,  diye  müşahede  etti  ve  bu  Âyetin
           derece-i belâgatını zevkederek sair Âyetleri buna kıyasla Kur'anın Zem-
           zeme-i  Belâgatı arzın  nısfını  ve  nev'-i  beşerin  humsunu  istilâ ederek
           Haşmet-i  Saltanatı  Kemal-i  İhtiramla  ondört  asır  bilâfasıla  idame et-
           tiğinin binler Hikmetlerinden bir Hikmetini anladı.

                  Dördüncü Nokta: Kur'an, öyle Hakikatlı bir halâvet göstermiş
           ki, en tatlı birşeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur'anı tilavet edenler
           için  değil  usandırmak,  belki  Kalbi  çürümemiş  ve  zevki  bozulmamış
           adamlara tekrar-ı tilaveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri
           herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş. Hem öyle bir
           tazelik ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki, ondört asır yaşa-
           dığı  ve  herkesin  eline  kolayca  girdiği  halde,  şimdi  nâzil  olmuş  gibi
           tazeliğini  muhafaza  ediyor.  Her  asır,  kendine  hitab  ediyor  gibi  bir
           gençlikte görmüş. Her Taife-i İlmiye ondan her vakit istifade etmek için
           kesretle ve mebzuliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslûb-u ifades-
           ine ittiba ve iktida ettikleri halde, o üslûbundaki ve tarz-ı beyanındaki
           garabetini aynen muhafaza ediyor.
   122   123   124   125   126   127   128   129   130   131   132