Page 235 - Risale-i Nur - Şualar
P. 235

Dokuzuncu Mes'ele










                 ِ
                                                ِ ِ ِ
                                  ِ
                                                             ِ
                    ِ
                                          ۪ ِ
                  ٌللّاب ٌ ٌ نمٰا ٌٌّلهك ٌنونمءوم ٌ ْلاو ٌ ٌ هبر ٌ ٌ نمٌهيَلاٌَلِزنها ٌ ٌ َٓ امب ٌلوسرلا ٌ ٌ نمٰا
                                                               ه
                                                         ْ
                  ٰ
                                              ْ َ
                                        َ ه
                      َ َ
                                                                       َ َ
                                                            َ
                                                   ْ
                              َ ه ْ
                                                                  ه
                                           ِّ
                                                                   ِّ
                           ِ
                     ۪ ِ
                                              ۪ ِ
                                                            ۪ ِ
                             ٍ
                                                     ۪ ِ
                    ٌ هلسر ٌنمٌدحَاٌ ٌ يبٌقِر ٌ فنٌَل ٌ ٌ هلسر  ٌ ٌو  ٌ هبتهك  ٌ ٌ و  ٌ هتَك ِ َٓ ٌ ئٰلم  ٌ ٌو
                                         َ ه
                       ه  ْ ه  َ  َ ْ َ ه  ِّ   ه  َ ه    َ ه       َ َ

              ilâ âhir-il Âye...

              Bu  Âyet-i  Ecma  ve  A'lâ  ve  Ekber'in  bir  küllî  ve  uzun  Nüktesini
           beyan  etmeğe,  bir  dehşetli  manevî  sual  ve  bir  azametli  ve  İlahî  bir
           Nimetin  inkişafından  neş'et  eden  bir  hal  sebebiyet  verdiler.  Şöyle  ki:
           Manen  Ruha  geldi;  neden  bir  Cüz'-ü  Hakikat-ı  İmaniyeyi  inkâr  eden
           kâfir  olur  ve  kabul  etmeyen  Müslüman  olmaz?  Halbuki  Allah  ve
           Âhirete İman bir güneş gibi o karanlığı izale etmek lâzım geliyor. Hem
           neden bir Rükün ve Hakikat-ı İmaniyeyi inkâr eden mürted olur, küfr-ü
           mutlaka düşer ve kabul etmeyen İslâmiyetten çıkar? Halbuki sair Erkân-
           ı İmaniyeye İmanı varsa, onu küfr-ü mutlaktan kurtarmak lâzım geliyor?

              E  l  c  e  v  a  b  :  İman  altı  Rüknünden  çıkan  öyle  bir  Vahdanî
           Hakikattır  ki,  tefrik  kabul  etmez.  Ve  öyle  bir  küllîdir  ki,  tecezzi
           kaldırmaz. Ve öyle bir külldür ki kabil-i inkısam olmazlar. Çünki herbir
           Rükn-ü İmanî, kendini isbat eden hüccetleriyle sair Erkân-ı İmaniyeyi
           isbat  eder. Herbiri herbirisine gayet  kuvvetli  bir Hüccet-i  A'zam  olur.
           Öyle  ise  bütün  Erkânı,  bütün  delilleriyle  sarsmayan  bir  fikr-i  bâtıl,
           Hakikat  nazarında  bir  tek  Rüknü,  belki  bir  Hakikatı  ibtal  edib  inkâr
           edemez. Belki adem-i kabul perdesi altında gözünü kapamakla, bir küfr-
           ü  inadî  yapabilir.  Gitgide  küfr-ü  mutlaka  düşer,  İnsaniyeti  mahvolur.
           Hem maddî, hem manevî Cehennem'e gider. İşte biz bu makamda, gayet
           muhtasar işaretlerle ve Meyve Risalesi'nde Haşrin isbatında, sair Erkân-
           ı  İmaniye Haşri de isbat ettiklerini  kısacık  hülâsalarla beyanı  gibi, bu
           makamda  dahi  mücmel  fezleke  ve  muhtasar  hülâsalarla  -Cenab-ı
           Hakk'ın İnayetiyle- bu Nükte-i A'zam Altı Noktada beyan edilecek.
   230   231   232   233   234   235   236   237   238   239   240