Page 99 - Risale-i Nur - Şualar
P. 99

7.  ŞUÂ  - ÂYET-ÜL - KÜBRÂ                                                                                               101


           onların  nefiyleri  kıymetsiz  ve  kuvvetsizdir.  Çünki  isbatta  birbirine
           kuvvet  verir,  birbirine Tesanüd  ve  İcma'  var.  Nefiyde  ise  bir  olsa  bin
           olsa farkları yoktur; herkes kendi başına kalır, infiradî olur. Çünki isbat
           eden harice bakar ve nefs-ül emre göre hükmeder. Meselâ: Misalimizde
           olduğu  gibi,  biri  dese:  "Gökte  ay  vardır."  Diğer  arkadaşı  parmağını
           oraya basar, ikisi birleşip kuvvetleşirler.

               Nefy  ve  inkârda  ise,  nefs-ül  emre  bakmaz  ve  bakamaz.  Çünki,
           "hususî olmayan ve has bir yere bakmayan bir nefy isbat edilmez"
           meşhur bir düsturdur. Meselâ bir şeyi dünyada var diye ben isbat etsem,
           sen de "dünyada yok" desen; benim bir işaretimle kolayca isbat edile-
           bilen o şeyin sen nefyini yani ademini isbat etmek için, bütün dünyayı
           aramak ve taramak ve göstermek, belki geçmiş zamanların her tarafını
           dahi  görmek  lâzım  geliyor.  Sonra  "yoktur,  vuku  bulmamıştır"  diyebi-
           lirsin.

               Madem nefy ve inkâr edenler nefs-ül emre bakmazlar; belki kendi
           nefislerine ve akıllarına ve gözlerine bakıp hükmediyorlar. Elbette birbi-
           rine kuvvet  veremezler  ve zahîr olmazlar. Çünki  görmeye ve bilmeye
           mani olan perdeler, sebebler ayrı ayrıdırlar. Herkes "Ben görmüyorum,
           benim  yanımda  ve  itikadımda  yoktur."  diyebilir.  Yoksa  "Vaki'de
           yoktur"  diyemez.  Eğer  dese,  hususan  umum  Kâinata  bakan  İman
           mes'elelerinde dünya kadar büyük bir yalan olur ki, doğru diyemez ve
           doğrultulmaz.

               Elhasıl: İsbatta netice birdir, vâhiddir, tesanüd olur. Nefiyde ise, bir
           değildir, müteaddiddir. Ya "yanımda ve nazarımda" veya "itikadım-
           da"  gibi  kayıdların  herkese  göre  taaddüdü  ile  neticeler  dahi  taaddüd
           eder, daha tesanüd olmaz.

               İşte bu Hakikat noktasında İmana karşı gelen kâfirlerin ve münkir-
           lerin  kesretinin  ve  zahiren  çokluğunun  kıymeti  yoktur.  Ve  Mü’minin
           Yakînine  ve  İmanına  hiç  tereddüd  vermemek  lâzım  iken;  bu  asırda
           Avrupa feylesoflarının nefy ve inkârları, bir kısım bedbaht meftunlarına
           tereddüd  verip Yakînlerini  izale  ve  Saadet-i  Ebediyelerini  mahvetmiş.
           Ve İnsandan her günde otuz bin adama isabet eden ölümü, mevt ve eceli
           bir  terhis  manasından  çıkarıp  i'dam-ı  ebedî  suretine  çevirmiş.  Kapısı
           kapanmayan  kabir,  daima  i'damını  o  münkire  ihtar  etmekle,  lezzetli
           hayatını elîm elemlerle zehirliyor. İşte, İman ne kadar büyük bir Nimet
           ve Hayatın Hayatı olduğunu anla!..
   94   95   96   97   98   99   100   101   102   103   104